Köleliğin İlgası: İktisatçı Bir Bakış Açısı

Okumak üzere olduğunuz makale, Nathan Goodman tarafından kaleme alınmış ve 27 Mayıs 2021 tarihinde C4SS’de yayınlanmıştır. Bir C4SS antolojisi olan TOTAL ABOLITION: Police, Prisons, Borders, Empire için yazılmış üç tanıtım yazısından biridir ve kitap için bir teaser olarak burada yayınlanmıştır. Efsa tarafından Türkçe’ ye çevrilmiştir.

Bir ekonomistin köleliğin ortadan kaldırılması üzerine bir şeyler kaleme alması ilk bakışta tuhaf görünebilir. Ne de olsa ekonomistlerin odaklandığı şey marjlardaki değişimler oluyor. Şiddet suçları veya çevre kirliliği hakkında konuştuğumuzda bile, bu “kötülerin” optimal miktarının sıfır olmadığını savunuruz. Başka bir deyişle, cinayet, saldırı ve kirlilik miktarını azaltmak istesek de, bunu yapmanın maliyetleri vardır ve bazen bu zararlı eylemleri ortadan kaldırmak maliyete değmeyebilir. Bu nedenle, uzun süredir devam eden sosyal kurumları “ortadan kaldırmaktan” bahsetmek bir ekonomist için çok aşırı ve çok mutlakçı görünebilir. Sonuçta, en uygun cinayet miktarı sıfır değilse, en uygun hapis, polislik, sınırlar ve imparatorluk miktarı nasıl sıfır olabilir?

Ancak elbette, kölelik karşıtı düşünce, bu baskı ve kontrol biçimlerinin son kalıntılarından kurtulmak için akla gelebilecek tüm maliyetleri üstlenmemizi gerektirmez. Ortadan kaldırmaya çalıştığımız devlet şiddeti biçimleri büyük ölçekli toplumsal kurumlardır. Meşrulaştırılmış, kurumsallaştırılmış biçimleriyle onlarsız yaşamak açıkça mümkündür. Var olsalar bile, onları meşru politika araçları olarak ele almak yerine, etrafından dolaşmamız, azaltmamız ve direnmemiz için zararlı ve adaletsiz baskıcılar olarak tanımamız mümkündür.

Yine de kölelik karşıtları ve ekonomistler birbirlerini müttefik olmaktan çok düşman olarak görebilirler. En azından mizaçları birbirine zıt görünebilir. Çoğu zaman, farklı temel sonuçlara varırlar. Ancak kölelik karşıtı düşüncenin ekonomi politik ile sentezlenmesinden elde edilebilecek önemli içgörüler vardır. Kölelik karşıtlığı, politik ekonomide ilerici bir araştırma programı için temel sağlayabilir.[1] Ekonomi ve diğer sosyal bilimler, sosyal kontrol sistemlerinin yol açtığı zararların yanı sıra özyönetim için canlı olasılıkları anlamak için kullanabileceğimiz güçlü analitik araçlar sağlar.

Bu cilt birçok kölelik karşıtı mücadeleyi kapsıyor, ancak biz en temel kölelik karşıtı mücadele ile başlıyoruz: köleliğin dehşetini ortadan kaldırma mücadelesi. Bu ciltte, Lysander Spooner, Henry David Thoreau ve Benjamin Tucker gibi 19. yüzyıldan birkaç kölelik karşıtının eserlerine yer veriyoruz. Bu düşünürler kölelik karşıtı ve bireyci anarşist hareketlerin kesiştiği noktada faaliyet göstermişlerdir.

O dönemde politik iktisatçılar kölelik karşıtı hareketi büyük ölçüde desteklemiştir. Thomas Carlyle gibi ırkçıların şaşkınlığına rağmen, politik iktisatçılar bireyleri ırk temelinde temelde farklı olarak ele almamışlardır. Bunun yerine, ekonomistler tüm insanları analiz ederken aynı temel önermeleri kullandılar. Bu, köleliğin sadece ahlaki açıdan iğrenç olmadığını, aynı zamanda insanların yeteneklerini uygun gördükleri şekilde kullanmakta özgür olmaları halinde açığa çıkacak olan insan potansiyelini boğduğunu fark etmelerine yardımcı oldu. Carlyle ekonomiyi “kasvetli bilim” olarak adlandırdı çünkü onun kölelik karşıtı ve ırkçılık karşıtı eğilimlerini küçümsedi.[2]

Menkul köleliği artık toplumumuzun yasal, meşrulaştırılmış bir parçası olmasa da, hala adaletsizlik, otorite, şiddet, baskı ve statü hiyerarşileriyle yaralanmış bir dünyada yaşıyoruz. Günümüz iktisatçılarının da bu adaletsizliklere karşı kölelik karşıtı olmak için iyi nedenleri var. Ekonomi, normatif reçeteler sunmak yerine dünyayı tanımlayan pozitif bir bilim olsa da, otorite, güç ve sosyal kontrol sistemleriyle ilişkili çok gerçek tehlikeleri aydınlatmaya devam etmektedir.

Bu giriş bölümünün geri kalanında, sosyal kontrol sistemlerinin başına bela olan iki temel sorun türüne odaklanacağım: bilgi sorunu ve güç sorunu.[3] Bu ciddi sorunların polis, hapishaneler, sınırlar ve imparatorluk için nasıl geçerli olduğunu açıklayacağım. Yine de bu sorunlar göz önüne alındığında bile, bazıları bu sosyal kontrol sistemlerinin olmadığı bir dünyanın kaosa ve Hobbesçu “anarşiye”, herkesin herkese karşı savaşına sürükleneceğini iddia edebilir. Bu endişeleri gidermek için, büyüyen ekonomi politik literatürünün özyönetimin birçok insanın düşündüğünden çok daha iyi işleyebileceğini nasıl gösterdiğini de tartışacağım. Polisin, hapishanelerin, sınırların ve imparatorlukların olmadığı bir dünya, günümüzün Hobbesçu devlet savunucularının düşündüğünden çok daha düzenli, barışçıl, gelişen ve müreffeh olabilir. Ekonomi gerçekten de ütopyalarımıza sınırlar koyuyor, ama aynı zamanda bize başka bir dünyanın mümkün olduğunu da gösteriyor.

Bilgi Sorunu

Sosyal dünyayı gerçekçi bir şekilde anlamak için insan bilgisinin sınırlarını kabul etmemiz gerekir. Hiçbirimiz her şeyi bilen değiliz. Bunun yerine, bizler insanız. Yanılabiliriz, sınırlıyız ve cehalete ve hataya eğilimliyiz. Çevremizdeki dünya hakkında bir şeyler öğreniriz ve her birimiz farklı şeyler öğreniriz. Toplumumuzdaki iş bölümü, bireylerin sosyal konumlarına, kişisel deneyimlerine, mesleklerine ve daha fazlasına bağlı olarak uzmanlaştıkları ve radikal biçimde farklı şeyler öğrendikleri bir bilgi bölünmesine yol açar.

Cehaletimiz, yanılgılarımız ve dağınık bilgimiz göz önüne alındığında, nasıl öğrenir, hatalarımızı düzeltir, planlarımızı koordine eder ve bilgimizi etkin bir şekilde kullanırız? Sosyal öğrenme ve işbirliğinin aşağıdan yukarıya süreçleri işin anahtarıdır.

Belirli bir kaynak kullanımının takip edilmeye değer olup olmadığı sorusunu düşünün. Örneğin, üretilen her cep telefonu kıt kaynakları kullanır. Telefon için hammadde olarak kullanılan mineraller, plastikler ve metaller kişisel bilgisayarlar, tıbbi cihazlar veya lambalar gibi çeşitli başka ürünlerin yapımında da kullanılabilirdi. Cep telefonunu yapan işçilerin zaman ve yetenekleri de çok çeşitli diğer değerli uğraşlara harcanabilirdi. Dolayısıyla insanlar ne zaman bir cep telefonu yapsa, bu aynı girdilerle yapılabilecek başka bir şeyden vazgeçmek anlamına gelir. Bu maliyete değer mi?

Hiç kimse ilgili tüm maliyetlerin ne olduğunu bilemez. Üretim sürecine dahil olan her kaynak için, şaşırtıcı bir alternatif kullanım yelpazesi vardır. Ve her birimiz en çok hangi ürün ve hizmetlere değer verdiğimize dair, her zaman sözlü olarak ifade edemeyebileceğimiz, benzersiz bir bilgiye sahibiz.

Cep telefonunu tekrar düşünün. Bir madenin çöktüğünü ve bunun sonucunda cep telefonu yapımında kullanılan bir mineralin nispeten daha kıt hale geldiğini düşünün. Artık etrafta dolaşacak daha az şey var ve bu nedenle tüm çeşitli kullanımlar için daha az kullanılabilir. Sonuç olarak, mineralin fiyatı yükselecektir. Bu durumda, cep telefonu üreticisi bu minerali daha az kullanmanın bir yolunu bulabilirse, karını artırabilir. Fiyat artışı, bu mineralin kullanımından tasarruf etmenin yollarını keşfetmeleri için ek bir teşvik yaratır. Ve madendeki çöküşten haberdar olup olmadıklarından bağımsız olarak bu teşvike sahipler. Fiyat artışı, karar vermeleri için en uygun bilgiyi aktarır. Bu arada, maden için yeni bir kullanım alanı keşfedilse ve böylece alternatif kullanım alanlarında daha değerli hale gelse de aynı türden bir fiyat artışı yaşanacaktır. Fiyatlar sinyal sağlar. Bilgi aktarırlar. Ve karmaşık ve dinamik bir dünyada değişen koşullara uyum sağlamak için teşvikler sağlarlar.

Firma sahiplerinin kaynakları israf edip etmediklerini öğrenmelerinin önemli bir kısmı, kar ve zarar sinyallerinden aldıkları geri bildirimlerden gelir. Bir firmanın kar etmesi, ürünlerini satarak elde ettikleri gelirin, kullandıkları girdiler için ödemeleri gereken toplam tutarı aştığı anlamına gelir. Zarar ettiklerinde ise bu, harcadıklarını telafi edecek kadar satış yapamadıkları anlamına gelir. Girdi fiyatları, girdilerin alternatif kullanımlarının değerini ne ölçüde yansıtırsa yansıtsın, bu kayıp, kullandıkları kıt kaynakların başka bir yerde daha değerli olduğunu göstermektedir. Başka bir deyişle, firma değeri yok etmiştir. Değerin yok edilmesi kayıplarla yüzleşmek anlamına geldiğinde, bu durum uyum ve değişim için bir teşvik yaratır. Kayıplar devam ederse, firma iflas edebilir ve piyasadan çıkabilir.

Bu şekilde piyasa süreçleri değeri yok eden projeleri ayıklar ve girişimcileri değer yaratan yeni projeler keşfetmeye teşvik eder. Fiyatlar, bilgiyi ileten ve dünyanın her yerinden insanların planlarını koordine etmelerine yardımcı olan sinyaller olarak hareket eder.[4]

Piyasa süreci, sosyal öğrenme ve sosyal koordinasyonla sonuçlanan merkezi olmayan, aşağıdan yukarıya bir süreç örneğidir. Çok çeşitli başka örnekler de vardır. Örneğin, bilim insanları arasındaki çekişme, tartışma ve akran değerlendirmesi, araştırmayı sürdürmek, bilgiyi paylaşmak ve bilimsel akranlarınızın hatalarını düzeltmek için teşvikler yaratmaya yardımcı olur.[5]

Ancak bu aşağıdan yukarıya sosyal öğrenme süreçleri, kaynaklara şiddetle el koyan, insanları kontrol eden ve sosyal dünyaya katılımlarını kısıtlayan yukarıdan aşağıya sosyal kontrol sistemleri tarafından kesintiye uğratılmaktadır.

Örneğin, tartıştığımız cep telefonu örneğinde, kârın değer yaratımını yansıtmasının bir nedeni de cep telefonlarının istekli alıcılara satılmış olmasıdır. Cep telefonunu satın aldılar çünkü fiyatının kendileri için değerli olacağını tahmin ediyorlardı. Ama Amerikan imparatorluğunda işlerin nasıl yürüdüğünü bir düşünün. Size hiç Amerikan imparatorluğu aboneliğinden çıkma seçeneği sunuldu mu? ABD’nin Afganistan’ı işgali, Yemen’deki acımasız Suudi savaşına Amerikan yardımı ya da diğer emperyalist saldırı savaşları için ödeme yapmayı durdurmak istersem, çok az seçeneğim var. Belki teoride, Henry David Thoreau’nun Meksika-Amerika Savaşı’nı finanse eden yoklama vergilerini ödemeyi reddetmesi ve Noam Chomsky ve diğerlerinin Vietnam Savaşı sırasında vergilere direnmesi gibi, savaş vergisi direnişine katılabilirim. Ancak vergi direnişçileri denetlenebilir, yargılanabilir, maaşlarına ve mülklerine el konulabilir ve nihayetinde hapse atılabilirler. Amerikan imparatorluğu için ödeme yapmaktan kaçınmak için Amerika Birleşik Devletleri dışına taşınmak bile yeterli değildir. Bunun için vatandaşlıktan çıkmak gibi masraflı bir süreçten geçmeniz gerekiyor.[6]

Bir piyasa ne ölçüde serbest olursa olsun, piyasa katılımcıları hangi projelerin değer yaratıp hangilerinin değer yok ettiğini keşfetmek için kar ve zarar geri bildirimine güvenebilirler. Ancak askeri-endüstriyel kompleks, hapishane-endüstriyel kompleksi, sınır güvenliği bürokratları ve polis, kaynaklara zorla el koyma yetkisine sahip olduklarından, böyle bir geri bildirime sahip değillerdir. Siyasi liderler vatandaşların hangi askeri operasyonlara, hapishanelere, sınır kontrol noktalarına ya da polis devriyelerine maliyetlerinden daha fazla değer verdiğini bilmek isteseler bile, cevabı öğrenmek için gerekli geri bildirimden yoksun olacaklardır.

Ve tabii ki, şu ana kadar çoğunlukla sadece devletin operasyonları için kullanılan kaynakları tartıştık. Polislik, hapishaneler, sınırlar ve imparatorluk bilgi ve sosyal öğrenmeyi başka şekillerde de sekteye uğratır! Örneğin, göçmenlik kısıtlamaları insanların yeni bir iş yapmak, yeni bir iş kurmak ya da bilimsel bir araştırma projesini sürdürmek için sınır ötesine geçmelerini engeller. Göçmenlerin sınırın bir tarafında diğerinden çok daha yüksek ücretler kazanabilmelerinin bir nedeni vardır: emekleri, diğer insanların daha fazla değer verdiği ve daha fazla ödeme yapmaya istekli ve muktedir olduğu mal ve hizmetler üretir. Sınırların kaldırılması ve insanların serbestçe göç etmesine izin verilmesi küresel yoksulluğu büyük ölçüde azaltacak ve insanların başkaları için değer yaratan işler yapmak üzere yeni fırsatlar keşfetmesine olanak sağlayacaktır. Bugünkü göçmenlik kısıtlamaları ise, hükümet bürokratlarının bir ülkede iş kabul etmek isteyen göçmen adaylarına önceden izin vermesini gerektiriyor. Çoğu insan için bu izni almanın uygulanabilir bir yolu yoktur. Bu durum işgücü piyasasının merkezi olarak planlanması anlamına gelmekte ve serbest bir piyasanın yaratacağı bilgi ve öğrenmenin önünü kesmektedir.[7]

Bilgi sorunları, ulus inşası yoluyla tüm toplumları yeniden şekillendirmeye yönelik emperyalist çabaları da engellemektedir. Birçok Amerikan askeri operasyonu, diğer ülkeleri yeniden dizayn etmek için güç, işgal ve yardım çabalarının bir karışımını kullanmayı amaçlamaktadır. Ancak müdahalede bulunanlar sahadaki gerçekler, müdahale ettikleri insanların değerleri ve hayalleri, karşılaştıkları kısıtlamalar ve destekledikleri grupların amaç ve planları hakkında bilgi sahibi değiller. Çok önemli bir anlamda, dış müdahaleyle ilişkili ölümcül bir kibir vardır.[8]

Dış müdahaleyi, polis güçlerini, hapsetmeyi ya da sınırları kullanmaya çalışanlar gerçekten dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek isteseler bile, bunu yapacak bilgiden yoksundurlar. Fiyatların, mülkiyetin, kar ve zararın geri bildiriminden yalıtılmış olduklarından, kaynakları insanların alternatif kullanımlardan daha fazla değer verdiği bir şekilde kullanıp kullanmadıklarını bilemezler. Genellikle yeterince anlamadıkları topluluklara kendi iradelerini zorla kabul ettirmeye çalışırlar, bu nedenle eylemlerinin istenmeyen sonuçlar doğurması muhtemeldir. Bu bilgi sorunları, yöneticilerin işgal ettikleri kurumsallaşmış iktidar konumlarının doğasında vardır. İyi niyetli reformcuların göreve getirilmesi bu bilgi sorunlarını hafifletmeyecektir.

Güç Sorunu

İnsan bilgisinin sınırları nedeniyle, yalnızca dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek isteyen gerçekten iyi niyetli insanların bile başkaları üzerinde güç sahibi olduklarında zarar verme olasılıkları vardır. Ancak gerçek şu ki, gücü elinde bulunduranların iyi niyetli olduğunu varsayamayız.

Polislik yapanlar, hapse atanlar, sınırlarda devriye gezenler ve imparatorlukları yayanlar “kamu yararına” hizmet ettiklerinden emin olacak bilgiye sahip olsalar bile, bunu yapacak teşvike sahip olurlar mı? Ekonomistler piyasaları analiz ederken, insanların büyük ölçüde kendi çıkarlarını düşündüklerini varsayarlar. Özgeci davranabilseler de, büyük ölçüde kendilerine, arkadaşlarına ve yakın ailelerine yardım etmekle ilgilenirler. Bazen, kişisel çıkarları onları bir bütün olarak topluma yardımcı olacak şeyler yapmaya yönlendirir. Diğer bağlamlarda, örneğin önemli negatif dışsallıkların olduğu durumlarda, başkaları için maliyetli olacak şekilde hareket etmeye yönelik teşviklerle karşılaşacaklardır. Ekonomistler buna “piyasa başarısızlığı” adını vermektedir.

Ekonomistler çok uzun bir süre boyunca bu piyasa aksaklıklarının devlet müdahalesi yoluyla en iyi şekilde çözülebileceğini varsaymışlardır. Ancak bu varsayımla ilgili sorun, insan motivasyonuyla ilgili tutarsız varsayımlara dayanmasıydı. Piyasalardaki bireylerin büyük ölçüde kendi çıkarlarını düşündükleri varsayılmış, ancak devlete iyiliksever bir despot muamelesi yapılmıştır. Bireysel siyasi yetkililerin karşılaştıkları teşvikleri ve nasıl etkileşimde bulunduklarını incelemek yerine, çok sayıda iktisatçı devlete sosyal refah fonksiyonunu maksimize eden tek ve üniter bir aktörmüş gibi davrandı.

Kamu tercihi teorisi, devletin bu romantik görüşüne karşı çıkmıştır. Kamu tercihi ekonomistleri, devleti yardımsever bir despot olarak görmek yerine, siyaseti bireylerin etkileşim içinde olduğu sosyal bir süreç olarak incelemişlerdir. Politikacıları ve seçmenleri melekler, özel vatandaşları ise bencil şeytanlar olarak görmek yerine, kamu tercihi teorisyenleri davranışsal simetriyi uygularlar. Piyasalardaki bireyleri analiz etmek için kullanılan varsayımların aynısı siyasetteki bireyleri analiz etmek için de kullanılır. Bu da kamu tercihi teorisyeninin siyaseti net bir şekilde analiz etmesini sağlar. Nobel ödüllü James M. Buchanan bu yaklaşımı “romantizmi olmayan siyaset” olarak adlandırmıştır.[9]

Bu araştırma programı, siyasi arenadaki insanları diğer ortamlardaki insanlarla temelde aynı görürken, siyasetteki kuralların farklı olduğunu kabul etmektedir. Bu farklı kurallar farklı teşviklere ve dolayısıyla farklı sonuçlara yol açmaktadır. Örneğin, bir bireyin pazarda karşılaştığı teşviklere kıyasla oy verme kabininde karşılaştığı teşvikleri düşünün.[10] Bir bireyin hangi arabayı satın alacağı belirleyicidir. Bir Toyota satın almayı seçerseniz ve ödemeyi bir bayide yaparsanız, bir Toyota alırsınız. Eğer bir Ford almayı seçerseniz, bir Ford alırsınız. Kararınız belirleyici olduğundan ve binlerce dolarınız buna bağlı olduğundan, kendi araştırmanızı yapmak ve hangi arabanın sizin için doğru olduğunu bulmak için teşviklere sahipsiniz. Bunu yapmazsanız, bedelini doğrudan siz ödersiniz. Aynı şey oy verme kabininde geçerli değildir. Kasım 2020’de bireysel olarak nasıl oy verdiğinizden bağımsız olarak Joe Biden başkan seçildi. Bireysel oyunuzu değiştirmeniz sonucu değiştirmezdi. Ve bu durum Kasım 2020 başkanlık seçimlerine özgü değildir. Bireysel oyunuzun herhangi bir seçimde sonucu değiştirme olasılığı yok denecek kadar azdır.[11] Sonuç olarak, bireysel bir seçmenin her bir adayın gündemi ya da sicilinin ayrıntılarını araştırmak için çok az teşviki vardır. Dolayısıyla rasyonel olarak cahil kalacaklardır.

Seçmenler genel olarak siyaset konusunda cahil kalmak için teşviklere sahipken, bazı insanlar gerçekten de çok şey öğrenmek için teşviklere sahiptir. Bunlar, kamu politikalarından yoğun fayda sağlayan çıkar gruplarının üyeleridir. Örneğin, Amerikalı şeker çiftçileri, kendilerini yabancı rekabetten koruyan ve tüketicilere daha yüksek fiyatlar sunmalarını sağlayan şeker tarifelerinden önemli faydalar elde etmektedir. Bu politikalar sonucunda tüketiciler bir bütün olarak büyük bir kayba uğrarken, her bir tüketici tarifeler nedeniyle her yıl en fazla birkaç dolar daha fazla ödemektedir. Dolayısıyla, tarifelerin sosyal maliyetleri sosyal faydalarından daha ağır basarken, şeker çiftçileri politikacıların tarifeler konusunda nasıl oy kullandıklarını dikkatle izlemek ve bu oyları etkilemek için lobiciler tutmak için güçlü teşviklere sahiptir. Öte yandan, maliyeti ödeyen tüketicilerin lobi yapmak ya da hatta konuyu incelemek için hiçbir teşviki yoktur. Bu durum, yoğunlaşmış faydalar ve dağılmış maliyetler yaratan politikalarla sonuçlanır.

Bu dinamiğin hapishaneler, polis, sınırlar ve imparatorluk operasyonlarını etkilediğine dair pek çok örnek var. “Askeri-endüstriyel kompleksin” bu kadar iyi bilinen bir deyim haline gelmesinin bir nedeni var. Raytheon, Lockheed Martin, Boeing, General Dynamics ve General Atomics gibi şirketler, hükümeti etkilemek ve kârlı savunma sözleşmelerini güvence altına almak için sürekli rant arayışına girmektedir. Bu firmalar ile Pentagon arasındaki döner kapı, savaş vurguncuları ile askeri karar alıcılar arasındaki güçlü bağları pekiştirmektedir.[12] Sonuç, kaynakların ve yaratıcılığın insan ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaklaştırılıp silah üretimine yönlendirildiği kalıcı bir savaş ekonomisidir.[13] Amerika’nın ulusal güvenlik devleti, önemli bir anlamda “kayırmacılığın zirvesini” temsil etmektedir.[14]

Yurtdışında Amerikan imparatorluğundan yararlanan savunma müteahhitleri, yurtiçinde de sınırın askerileştirilmesinden yararlanıyor ve bunun için lobi yapıyorlar. Sınır Devriyesi’ne insansız hava araçları, gözetleme kuleleri, silahlar, araçlar ve diğer teçhizatları satıyorlar ve bu teçhizatları hem göçmenlerin hem de vatandaşların sivil özgürlüklerini tehlikeye atacak şekilde kullanıyorlar. Tıpkı Pentagon ile savunma sanayi arasında olduğu gibi, İç Güvenlik Bakanlığı ile savunma sanayi arasında da bir döner kapı vardır. Bu nedenle hem kamu görevlileri hem de özel sektör işletmeleri daha zorlayıcı sınır güvenliği çabalarını ve istilacı gözetimi teşvik etmek için teşviklere sahiptir.[15]

Ceza adaleti sisteminin işleyişinde de benzer teşvik sorunları vardır. Polis departmanları sıklıkla yasal yağmaya girişmekte, hukuki süreç olmaksızın mülklere el koymak için sivil varlıklara el koyma yöntemini kullanmaktadır. Daha sonra ganimeti açık artırmayla satar ve elde edilen geliri kendi amaçları için kullanırlar.[16] Bu da memurların uyuşturucu suçları gibi şiddet içermeyen suçlara odaklanmasını ve daha az kazançlı şiddet suçlarına öncelik vermemesini teşvik etmektedir. Kanıtlar, polisin siyah ve Hispanik şüphelileri bu sapkın teşviklere dayanarak hedef aldığını göstermektedir.[17]

Ters teşvikler ceza adaleti sisteminin tamamına yayılmış durumdadır. Polis sendikaları ve cezaevi gardiyanları sendikaları üyeleri için daha fazla güç, iş güvenliği ve para için lobi yapmaktadır. Gardiyanlar ve polis şefleri de kendi takdir yetkilerini artırmaya çalışırlar. Hapishane gardiyanlarını istihdam eden kasabalar, mahpuslar haklarından mahrum bırakıldıkları halde hapsedildikleri yerlerin nüfus sayımında sayıldıkları için siyasi güçlerinin arttığını görüyorlar. Savcılar, hakimler ve yasa koyucular yeniden seçilme şanslarını arttırmak için cezalandırıcı bir şekilde hareket ederler. Çeşitli özel firmalar, devletin kafesleri içindeki kelimenin tam anlamıyla tutsak müşterilere sağlık hizmeti, yemek hizmeti, cep telefonu hizmeti ve daha fazlasını sağlayarak kar etmektedir. Ceza adaleti sistemi içinde, diğer insanları haksız yere hapsetmek, cezalandırmak ve sömürmek için birçok teşvik vardır.[18]

Şu ana kadar teşvikleri, siyasi arenadaki bireylerin temelde siyasi arenanın dışındakilerle aynı olduğunu varsayan kamu tercihi teorisi merceğinden analiz ettik. Ancak bu varsayım nihayetinde siyaset hakkında fazla iyimser olabilir. Çünkü siyasetin kurumsal filtreleri nihayetinde iktidar pozisyonlarını cazip bulanları seçer. Düzgün, insancıl insanlar bir köle plantasyonunda gözetmen olarak çalışmak istemeyecektir. Aynı nedenle, kariyerlerini hapishane gardiyanı, polis memuru, savcı, sınır devriyesi ajanı, general ve cumhurbaşkanı olarak geçirenler, başkaları üzerinde takdir yetkisi ve şiddet içeren otorite kullanmakta rahat olan kişiler olma eğiliminde olacaktır. İlkeli insanlar bir süreliğine bu mevkileri işgal etseler bile, yerlerini hızla, iktidar mevkilerini elde etmek ve ellerinde tutmak için ahlaki değerlerini eğip bükmeye hazır hırslı insanların alması muhtemeldir. Sonuç olarak, güç sistemleri, basit ve yıkıcı bir sonucu olan kurumsal filtreler ve seçim etkileri yaratır: en kötüler en tepeye çıkar.[19]

Seçilim etkileri ve sapkın teşviklerin bu kombinasyonu, gücü elinde bulunduranların bunu kötüye kullanma eğiliminde olacağı anlamına gelir. Bunun, devlet görevlileri tarafından zulme uğrayanlar için feci ve trajik sonuçları olmuştur. Örneğin, William Jennette öldü. Tennessee, Lewisburg’daki Marshall County Hapishanesinde 6 Mayıs 2020’de yardımcıları ve polis memurları tarafından öldürüldü. Memurlara nefes alamadığını söyledi. Memurlar onunla alay etti. Biri, “Nefes alamamalısın, seni aptal b*****d.” dedi.[20] Bu, iş başındaki güç sorununun sadece bir örneğidir. Ancak gerçek şu ki William Jennette yalnız değil. Polis, hapishane gardiyanları ve devletin diğer görevlileri insanları çok sık dövüyor, boğuyor, vuruyor, öldürüyor, taciz ediyor, azarlıyor, aşağılıyor, saldırıyor ve tecavüz ediyor. Bu iğrenç bir şey. Yanlış. Kabul edilemez. Bu kitabın geri kalanında polislerin, savcıların, hapishane gardiyanlarının, Sınır Devriyesi ajanlarının, ICE ajanlarının, askerlerin ve politikacıların güçlerini nasıl kötüye kullandıkları hakkında çok daha fazlasını okuyacaksınız.

Başka Bir Dünya Mümkün: Özyönetimin Vaatleri

Bilgi sorunu ve güç sorunu, kurumsallaşmış, hiyerarşik sosyal kontrolün ciddi ve yaygın patolojileridir. Bunlar kurumsal sorunlardır ve bu kurumlar var olduğu sürece de var olmaya devam edeceklerdir. Bu, neden sistemin temellerini olduğu gibi bırakan parça parça reformlar değil de sistemin kaldırılmasını istediğimin büyük bir parçasıdır.

Ancak şüpheciler makul bir şekilde kaldırmanın maliyetine değip değmeyeceğini sormaktadır. Bilgi sorunu ve güç sorununun polis, hapishaneler, sınırlar ve imparatorlukla ilgili gerçek sorunlar olduğunu kabul edeceklerdir. Ancak bu sorunlarla yaşamaya değeceğini, çünkü polisin, hapishanelerin, sınırların ve imparatorluğun olmadığı bir dünyanın kaos, yoksulluk, sefalet ve iç savaşa sürükleneceğini söyleyeceklerdir.

Ben buna katılmıyorum. Anarşinin herkesin herkese karşı savaşını gerektirdiği önermesine itiraz ediyorum. Düzenli, barışçıl bir anarşi mümkündür. Özyönetim sandığınızdan daha iyi işliyor.[21] İnsanların yönetişim, güvenlik ve adalet sağlayabileceği olası yollar, çoğu insanın fark ettiğinden çok daha geniştir.

Elinor Ostrom müşterekler üzerine araştırmalarına başladığında, ortak havuz kaynaklarını inceleyen sosyal bilimciler arasında bir fikir birliği vardı. Dışarıdan, devlet tarafından sağlanan bir düzenlemeye tabi olmayan her müşterekte müştereklerin trajedisinin kaçınılmaz olduğuna inanıyorlardı. Müştereklerin trajedisinden kaçmanın sadece iki yolu olduğunu düşünüyorlardı: müşterekleri özelleştirmek ya da devletin düzenlemesini sağlamak. Elinor Ostrom, ortak havuz kaynaklarının geçmişini ampirik olarak kontrol etmeye karar verdi. Ve bulduğu şey bu basit fikir birliğiyle uyuşmuyordu. Bunun yerine, birçok topluluğun müşterekleri yönetmek ve kaynakların tükenmesini önlemek için özyönetimi başarıyla kullandığını keşfetti. Bu, özyönetimin her derde deva olduğu ya da her zaman işe yarayacağı anlamına gelmiyordu. Ancak ana akım konsensüsün göz ardı ettiği gerçek, işlevsel kurumsal düzenlemeler olduğu anlamına geliyordu.[22]

Büyüyen bir araştırma literatürü, genel olarak yönetişim ve güvenlik hakkındaki düşüncelerimizde benzer bir paradigma değişikliği için iyi nedenler sunmaktadır.[23] İnsanlar ortak havuz kaynaklarını korumak için aşağıdan yukarıya doğru birlikte çalışabildikleri gibi, anlaşmazlıkları karara bağlamak, yağma ve talana karşı güvenlik sağlamak ve hatta istila ve fetihleri savuşturmak için de aşağıdan yukarıya doğru birlikte çalışabilirler.

Tarih incelendiğinde, bazıları bizimkinden çok farklı olan pek çok hukuk sisteminin var olduğu görülmektedir.[24] Tüccarlar sınırları aştıklarında, yerel ve ulusal hükümetlerin hukuk sistemlerini her zaman anlayamaz ya da bunlara güvenemezlerdi. Bu nedenle, büyük ölçüde itibar mekanizmaları aracılığıyla kendi kendilerine uyguladıkları bir uluslararası ticaret hukuku bütünü, lex mercatoria, geliştirdiler.[25] Birçok kişi itibar mekanizmalarının büyük ve heterojen popülasyonlar için çöktüğünü düşünmektedir. Ancak heterojen gruplar söz konusu olduğunda, bir gruptaki bireyler güven inşa etmeye ve sosyal mesafeyi azaltmaya yardımcı olan maliyetli sinyalleri benimseyebilir ve böylece başka bir grubun üyeleriyle ticaret yapabilir. Sömürge öncesi Afrika’da bu tür sinyaller yaygın ticareti kolaylaştırmak için başarıyla kullanılmıştır.[26]

Polis ve hapishanelerin acımasızlığı, birçok insanın devlet tarafından sağlanan kolluk kuvvetlerine güvenemediği durumlar yaratmaktadır. Hükümetin başarısızlıkları girişimcilik fırsatları yaratmakta, bireyler bağnaz, güvenilmez, şiddet içeren kolluk sistemlerinin bıraktığı boşluğu doldurmak için bir araya gelmektedir. Örneğin, New York’taki Audre Lorde Projesi ile ilişkili bir grup LGBTQ beyaz olmayan kişi, potansiyel şiddet durumlarını yatıştırmak ve polisi aramadan nefret suçlarını durdurmak için çalışan Sistemin Dışında Güvenli Kolektif’i işletmektedir.[27] Oakland, Kaliforniya’da hapishane karşıtlarından oluşan bir grup olan Oakland Power Projects, insanların 9/11’i aramadan sağlık ve acil durum hizmetlerine erişebilmelerini sağlamak için çalışmaktadır.[28] Ve insanlar her gün yeni projeler deniyor. Hapishane karşıtları bu çabalardan bazılarını takip ediyor ve Bir Milyon Deney adlı bir web sitesinde açıklayıcı örnekleri belgeliyor.[29] Hapishane karşıtı Mariame Kaba sosyal öğrenmenin önemini açıkça kabul ederek şöyle yazıyor: “Milyonlarca deneye ihtiyacımız var. Bir kısmı başarısız olacak. Bu iyi bir şey çünkü bir sonrakilere uygulayabileceğimiz çok şey öğrenmiş olacağız.”[30]

Bu tür deneyler ve sosyal öğrenme, çok merkezli yönetişim sistemleri gerektirir. Çok merkezli bir sistem, birden fazla karar alma merkezi olan bir sistemdir. Rekabet, çekişme, karmaşıklık ve güç paylaşımına yer veren bir sistemdir. Birçok ekonomist kamu malları, kolektif eylem sorunları veya diğer sosyal ikilemleri görür ve bunları çözmek için merkezi, zorlayıcı bir çözümün gerekli olduğunu düşünür. Ancak çok merkezli çözümler bilgi sorununa ve güç sorununa karşı daha sağlamdır. Ve deneysel olarak, güvenlik, yönetişim ve savunma gibi büyük sorunların çözümünde işe yaramışlardır.[31]

Sonuç

İnsanlar çoğu zaman gerçekçilik ile statükonun kabulünü birbirine karıştırıyor. Ya radikal ya da bilimsel olunabileceğini ama ikisinin birden olamayacağını düşünüyorlar. Oysa sosyal bilimi anlamak, sosyal kontrol kurumlarından kaynaklanan yapısal sorunları anlamamıza yardımcı olur. Ve insanların işbirliği yapabilecekleri, kendi kendilerini yönetebilecekleri ve gelişebilecekleri çeşitli, karmaşık, çok merkezli alternatif yolları anlamamıza yardımcı olur.

Köleliğin kaldırılması kemikleşmiş bir dogma değildir. Bir plan değildir. Dünyaya yukarıdan aşağıya dayatabileceğimiz bir dizi politika değildir. Köleliğin kaldırılması bir süreçtir. Hapishaneleri, polisi, sınırları ve imparatorluğu eleştirme, meydan okuma ve gayrimeşrulaştırma sürecidir. Bunların nasıl işlediğini inceleyen bir süreçtir. İnsanların, devletlerin sahte bir şekilde vaat ettiği barış ve sosyal düzeni gerçekten güvence altına almalarının alternatif yollarını öğrenme süreci. Yukarıdan aşağıya kontrol olmadan yaşamanın ve işbirliği yapmanın yeni yollarını deneme süreci. Başkalarıyla olan çatışmalarımızı bizim yerimize çözmesi için polisleri çağırmak yerine doğrudan kendimiz ele alma süreci.

Bu kitap, bu sürecin sadece küçük bir adımıdır. Vatansız Bir Toplum Merkezi çevresindeki yazarların ortadan kaldırma arayışında yaptıkları bazı açıklamaları, fikirleri ve argümanları belgelemektedir.

Bu kitabı okuduğunuzda, umarım siz de bu sürece katılırsınız. Umarım hiçbirimizin fark etmediği şeyleri keşfedersiniz. Birlikte öğrenelim, büyüyelim, deneyelim ve inşa edelim. Herkesin özgür olduğu bir dünya için mücadele edelim.

Bu platformda yapılan çeviriler tamamen bağışlarla finanse ediliyor. Burada okuduklarınız hoşunuza gidiyorsa eğer, sizi katkıda bulunmaya davet ediyoruz. Nasıl destek verebileceğinize dair talimatları C4SS’yi Destekleyin sayfasında bulabilirsiniz:
https://c4ss.org/c4ssyi-destekleyin

Anarchy and Democracy
Fighting Fascism
Markets Not Capitalism
The Anatomy of Escape
Organization Theory