‘Is Property Theft?’ ilk olarak Less Antman tarafından kaleme alınmıştır ve 7 Mart 2010 tarihinde kendi blogu olan Anarcy Without Bombs sitesinde yayınlanmıştır. Okumak üzere olduğunuz parça, makalenin Antman’ın C4SS’yi kırmayarak güncellediği halidir. Efsa tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. 30 Eylül 2012 tarihinde “Is Property Theft?” Başlığı altında C4SS’de yayınlanmıştır.
“Mülkiyet Hırsızlıktır!” 19. yüzyılda seçkin bir Fransız anarşistinin savaş sloganıydı bu. Bir diğeri cevabı yapıştırdı “Au contraire, mon frère,” (Asıl tam tersi kardeşim.) “Mülkiyet Özgürlüktür!” “İkiniz de yanılıyorsunuz,” dedi üçüncüsü. “Mülkiyet kâbil olmayandır!” Bu gibi insanların birbirleriyle nasıl geçinebildikleriyse parmak ısırtan türden. Dahası üçünü de söyleyenin aynı adam, Pierre Proudhon, olması…
Mülkiyet haklarına karşı çıktığını iddia edenler de dahil olmak üzere bütün anarşistler, özünde mülkiyet haklarını desteklemektedir. Ve Mülkiyet haklarını destekleyenler de dahil olmak üzere tüm anarşistler, mülkiyet haklarına karşı çıkmaktadır. Bağlam her şeydir. Tanımlar da öyle.
Mülkiyet hırsızlıktır.
Tabii Proudhon da aptal değildi, bunun ironik bir söylem olduğunu biliyordu çünkü mülkiyeti eleştirdiği süreçte bunu hep onayladı. Mülkiyet kavramı olmadan hırsızlık kavramı olamaz. Bu yüzden gerçekten ne söylemek istediğini anlamaya çalışalım.
Proudhon bu sözleri yazdığında, açık ara en önemli mülkiyet biçimi topraktı ve toprak sahipliğinin büyük çoğunluğu iktidardaki hükümetin keyfi hak iddialarından geliyordu, bireyin el değmemiş toprağı işlemesinden yahut bu ilk başta bir birey tarafından işlenmiş toprağın gönüllü transferinden değil. Kısacası, o zamanki mülklerin çoğu aşırılmıştı. Düşünceli anarko-kapitalistler bu noktayı kabul ederler ve özel mülkiyet hususunda anarko-komünist itirazı eksiksiz ele aldıklarını düşünerek, yalnızca toprak parçası esaslı iddiaları destekledikleri hususunda ısrar ederler. -Ama anarko-komünist duruşun tamamını ele almadılar- Bir diğer temel nokta ise, arazi sahiplerinin, topraklarındaki her şeye ve herkese ne olacağını belirleme konusunda münhasır hakka sahip oldukları kabul edildi. Ve bazı anarko-kapitalistler bu bakış açısını savundular. Garip bir şekilde, birçoğu bu mülkiyet hakları görüşünü, öz-sahiplik ilkesinin mantıksal bir sonucu olacak şekilde benimsedi.
Öz Sahiplik İlkesi
Çok önceleri de belirttiğim gibi, gözdem olan anarşi tanımını Roderick Long’dan edindim:
“DİĞER İNSANLAR SİZİN MÜLKÜNÜZ DEĞİLDİR.”
Buna kesin ve net bir ifadeyle itiraz eden bir anarko-kapitalistle daha karşılaşmadım. Hemen hepsi de Thomas Jefferson’un Bağımsızlık Bildirgesi’nde insan haklarının kesin ve net ifadeleriyle de hemfikirdir; burada yaşam, özgürlük ve mutluluğun peşinde koşma haklarının vazgeçilemez olduğunu belirtiyor Thomas Jefferson (yazar burada, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinde kullanılan unalienable kelimesinin inalienable ile aynı anlama geldiğini söylüyor.) yani bu onların “reddedilemez veya bir başkasına devredilemez” olduğu anlamına geliyor. [Hakların devredilemezliği bunu becerememenizden değildir, hak oldukları için devredilemezlerdir]
Ancak, “İzinsiz Girenler Görüldükleri Yerde Vurulacaklardır”, savı mal sahibinin mülkiyet haklarının geçerli bir savıysa, o hâlde öz-sahipliğin sizi bir yere vardırmayacağı açıktır: devredilemez haklarınız yalnızca kimsenin bulunmadığı bir yer bulabildiğiniz sürece var olur, bu noktada kimsenin olmadığı sizin bulunabileceğiniz bir yer bulmalısınız. Evet, tabii ki, birini vurabilirim çünkü onlar benim hayatım için mutemet bir tehlike oluşturuyorlar, ama bu, sahip olduğum evde, kiraladığım dairede, kaldığım otelde veya yemek yediğim restoranda bana tehlike unsuru oldukları gerçeğini değiştirmiyor. bunun mülkün sahibi olmamla hiçbir ilgisi yok.
Mülkiyet toplulukları, aşırı mülkiyetçiliğin bir başka en uç noktadaki uygulamasıdır. Bunların savunucuları, el değmemiş malın ilk sahip tarafından meşru şekilde işlendiği yahut bu elde edilmiş mülk yine meşru şekilde değiş tokuş edildiği müddetçe her türden kuralın konulabileceğini ve uygulanabileceğini öne sürerler. Ayrıca, öz-sahipliğin devredilemez olduğunu iddia eden bunu destekleyen herkes, bu ilkeyi ne kadar boş bir duruma düşürdüklerinin farkına varmalılar. Kesin olarak söyleyebilirim ki, hiçbir zaman bir kooperatif veya yöneticilik ile uğraşmak zorunda kalmamışlardır.
Mülkiyet istiklaldir
Mamafih, mülkiyet haklarını gömmek için değil, mülkiyet haklarını övmek için geldim. Proudhon’un daha sonraki iddiası, özel mülk sahiplerinin iddialarının hükümetin yaşam ve özgürlük ihlallerine karşı bir siper olduğunu onayladı. Daha ileri gitmemiz gerektiği kanısındayım: mülkiyet haklarının genel olarak toplumsal şiddeti azaltmanın vazgeçilmez bir minvali olduğu kanıtlanmıştır. James Payne’in A History of Force’da delillediği gibi, dünya yüzyıllar boyunca gittikçe daha barışçıl bir ahvale evriliyor ve mülkiyet haklarına artan saygı muhtemelen bunun sebeplerinden birisi. John Hasnas, kan davalarına etkili bir seçenek olarak ortaya çıkan mülkiyet hakları ile Norman öncesi İngiltere’de hukukun nasıl geliştiğine dair mükemmel bir rapor yazdı. Ve Bruce Benson, The Enterprise of Law: Justice Without the State’deki birçok çalışmasında, mülkiyet haklarını, merkezi planlamacıların olmadığı toplumlarda geliştiğini fark ettiği tüm hukuk sistemlerinin genel bir özelliği olarak tanımladı. Anarko-kapitalistlerden toplumlarının tarihsel bir modelleri istendiğinde, genellikle Kelt İrlanda ve Viking İzlanda gibi çok yüzyıllı modelleri seçerler, anarko-komünistler ise Paris Komünleri ve İspanyol Devrimi gibi kısa vadeli deneyimlere işaret eder. Mülkiyet haklarına saygı duyan anarşist toplumların, akim kalmadan önce çok daha uzun süre dayandığı görülüyor. Ne yazık ki, tarihteki hemen hemen her hükümet gibi, tarihteki neredeyse her anarşi de faniydi. Kısa bir süreliğine.
Mülkiyet olanaksızdır
Hasnas eseri özellikle öğreticidir, çünkü mülkiyetin doğal bir şekilde ortaya çıkan hudutlarına işaret eder. İntifa hakkı bariz bir örnektir: bir araziniz varsa ve sizin çevrenizdeki tüm araziyi meşru bir çiftlik sahibi olarak bile alırsam, arazime erişiminizi engelleyerek sizi fiilen hapsetme hakkım yoktur. dışarı. Toprağın üstündekilere sahip olmadan toprağın sahibi olmak bir işe yaramaz, ki toprak parçasının üzerinde evrenin en üstüne kadar her şeye de sahip olamayacağım (Evrenin sonunun 1 mil ötesinde neler olduğunu hâlâ merak ediyorum.) Mülküme hava ve ışığın girmesinin önüne geçemem ve kirlilik olarak kabul ettiğim tüm molekülleri menedemem (özellikle şimdilerde birçok kişi tarafından karbonun çevreyi kirletici olduğunu düşünülürken). Mülkiyetin üzerindeki mutlakiyetçilik yel gibi ipe sapa gelmez bir hâl alır. Ve bunların hepsi, mülkiyete yanlış baktığımız, ilk ilkelerden tüm durumlar için tek bir kurallar dizisi türetmeye çalıştığımız için oluyor, mülkiyet aslında kendi sahiplerinin yekdiğerleriyle barış ve uyum içinde yaşamak amacıyla benimsediği bir sorun çözücüdür.
Sivil haklar yığını
Mülkiyet tek bir hak değil, istendiğinde ayrıştırılabilen farklı hakların bir bütünüdür. Bu yılın başlarında vefat eden 2009 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Elinor Ostrom, hem devlet hem de özel mülkiyet çözümlerine direnen ortak havuz kaynaklarını içeren sorunları sahici insanların nasıl çözdüğünü belirlemek için sıkı bir çalışma yaptı. En az 5 farklı mülkiyet hakkı kategorisini tartıştı: erişim, geri çekilme, yönetim, dışlama ve yabancılaşma, sonrasında bunun açıkça “ya batarız ya çıkarız” meselesi olmadığını vurguladı. Daha ince ayrımlar da yapılabilir. Eğer bir ev inşa etmek için mülk sahibi olursam, bu, gürültünün uykumu bozmaması hakkını içerebilir, ancak bir fabrika inşa etmek için mülk sahibi olursam, bu hak mevcudiyetini yitirebilir. Yiyecek yetiştirmek için çiftlik evime bakabiliriz, bir başkası aynı mülkü yürüyüş için kullanabilir, bir başkası ise öbür tarafa seyahat rotası olarak mülkümü kullanabilir ve daha sonraki kullanımlar öncekilere müdahale etmediği sürece, her biri aynı mülke sahip olma hakkına sahiptir. Diyelim ki, kişisel ikamet için bir mülke sahip olanlar, başkalarını dışlamak adına daha fazla istihkak sağlamalıdır. Mamafih akıl galip gelmelidir.Mülkiyeti kullandığımız şekilde ve ölçüde homestead ilkesi geçerli olmuştur ve kullanmayı bıraktığımız anlaşıldığında mülk iddiamızı bırakırız (Bill Orton’un önerdiği gibi, ancap ve ancom mülkiyet teorileri arasındaki farkın çoğu, çiftlikleştirmeden sonra mülkün ne kadar ” kalıcı ” olduğu olarak tanımlanabilir).
Homestead ilkesini, sadece biraz emek harcayarak ya da bölgeyi çitle çevirerek mülkiyet üzerinde tam ve kalıcı bir kontrol sağlamak olarak görmeyi bıraktığımızda, mülkiyet haklarını destekleyen insanların sayısını muazzam ölçüde artırmış oluruz. Anarko-komünistler bile mülkiyet hakkını, yani bir kişi mülkünü kullandığı sürece mülkünden şiddet yoluyla mahrum bırakılmama hakkını desteklemektedir. Her ne kadar pek çok anarko-komünistin, bir mülkün terk edilmiş sayılmadan önce ne kadar süreyle kullanılmayacağını ve mülkiyeti ödünç vermenin yahut devretmenin doğru olduğu, ancak mülkiyeti devretmekten kasıt onu bir süreliğine para karşılığında vermek olduğunda (kiralama) doğru olmadığı gibi konular çileden çıkarıcı derecede muğlak olsa da bazılarının iddia ettiği gibi, gece tuvalete gitmek için yatağını terk eden bir kişinin yatağını terk ettiğini ve bir başkası tarafından talep edilmeye açık bıraktığını iddia edecek kadar da çılgın değiller.
Benzer şekilde, içinde yaşadığımız nispeten kalıcı mülkiyet dünyasında en iyi bilinen ortak hukuk kurallarından biri “zilyetlik kanunun dokuz noktasıdır” ve bu kanunen tam anlamıyla doğru olmasa da, Anglo-Sakson dünyasındaki ortalama bir insanın sağduyusunu temsil ediyordu ve büyük ölçüde hala da ediyor. Kabul edilen yasal tersine zilyetlik ilkesi bundan türemiştir ve hukukçular yüzyıllar boyunca matematiksel olarak gerçek bir ifade olmasa da geçerli bir fikir olarak buna atıfta bulunmuşlardır. Dolayısıyla, anarko-komünistler mülkiyetten ziyade zilyetlikten bahsediyorken konu mülkiyetmiş gibi saçmaladıklarını iddia etmeyelim.
Dahası, mülkiyet hakları meşru olduğu ölçüde bile, mülkiyet üzerindeki anlaşmazlıkların çözümü toprak temelli olamaz çünkü bu soruya yalvarmak anlamına gelir. Bunu benim mülküm üzerinde yapamazsınız! Kim demiş? Yargıç söylüyor! Hangi yargıç? Mülkümle ilgili tüm anlaşmazlıklar için seçtiğim yargıç! Senin mülkün olduğunu kim söyledi? Yargıç! Hangi yargıç? Mülkümle ilgili tüm anlaşmazlıklar için seçtiğim yargıç! Başka bir yargıç istiyorum! Benim mülkümde olduğunuz için başka seçeneğiniz yok! Kime göre? Yargıca! Hangi yargıç? Mülkümle ilgili tüm anlaşmazlıklar için seçtiğim yargıç.
Sürdürülebilir Anarşi
Anarşistlere, görüşlerimizin pratikliğini savunmaya çalışırken, tarihsel örnekler isteyen insanlar tarafından genellikle bir catch-22 muamelesi yapılır. Henüz tam bir anarşist deneyin yapılmadığının altını çizersek, bu ütopyacılığın kanıtı olarak değerlendirilebilir. Hasnas’ın The Obviousness of Anarchy gibi mevcut dünyadan net örnekler verirsek, tüm örneklerimiz reddedilir, çünkü hala hükümeti olan bir toplumda anarşiler ortaya çıkarlar (varlığının örneklerle güvenilir bir ilişkisi olmasa bile). Ve önerdiğimiz şeye makul derecede yakın yaklaşık birkaç tane olan tarihsel örnekler verirsek, neden artık var olmadıkları sorusuyla karşılaşırız.
Uzun ömürlerine dayanarak, anarko-kapitalizmdeki deneylerin, anarko-komünizm yönetimi altındaki deneylerden daha başarılı olduğunu kanıtladığını düşünüyorum. Ama bence anarko-komünistler, birincinin neden hala başarısız olduğu hususunda bir cevaba sahipler: İktidarların gücü bir yerde topalamaları, gönüllü davranışlardan kaynaklansalar bile tehlikelidir. Hem İzlanda’da hem de İrlanda’da, gönüllü hukuk ve özel mülkiyet yüzyıllarca hüküm sürdü, ancak Hıristiyanlığın ve daha da önemlisi, kiliseye para bağışı yapmanın, servetin kilise işletmelerini denetleyenlerin elinde gücü bir noktada teksif etmesine yol açtı ve Gönüllü olan şey, şiddet içeren gücü yansıtmak için teksif edilmiş servet kullanıldığında zorlayıcı hale geldi. Bu nedenle, ev sahibi-kiracı ilişkileri ve işveren-çalışan ilişkileri de dahil olmak üzere tüm biçimleriyle hiyerarşiyi sorgulamak haktır. Bu, onları yasa dışı ilan etmek anlamına gelmez, yalnızca TÜM güç dengesizliklerinden rahatsız olmak ve bunların nedenlerini sorgulamak anlamına gelir.Şu anda, şehirlerde bile muazzam miktarda arazi çiftliğe kapalı ve hem ruhsatlandırma hem de düzenleme, sayısız serbest meslek fırsatını yok etmek için kullanılıyor. Fikri mülkiyet yasaları, insanların kendi bilgilerine dayalı olarak kendi maddi varlıklarını kullanmalarını engellemek için kullanılır ve bu yasaları uygulayabilecek tek kişi, kullanımı aşırı derecede maliyetli olan tekel bir hukuk sistemi nedeniyle en zengin olanlarıdır. Bu kısıtlamalara yakanızı sıyırın böylece kapitalizme yüklenen güç dengesizlikleri son derece küçülür.
Ve en zeki anarko-komünistlerin görüşlerini saptırmak yerine sözlerine dikkat ederseniz, karşı çıktıkları şiddet içermeyen hiyerarşilerden kurtulmak için önerdikleri yöntemlerin şiddet içermeyen ve tamamen serbest piyasa ile tutarlı görüşler olduğunu fark edeceksiniz. Gördüğüm kadarıyla, yalnızca askeri müdahale, uyuşturucu yasağı, kurumsal refah ve ortalama insanın fırsatlarını yok eden lisanslar, düzenlemeler ve vergiler gibi zamanımızın en önemli konularında müttefik değiliz, amma velakin hiyerarşiye karşı müttefikiz. Beni anarko-kapitalizme döndüren ve kitabı The Machinery of Freedom olan David Friedman (her ne kadar şimdi kendime bir piyasa anarşisti, teamül hukuku anarşisti ya da sadece anarşist demeyi tercih etsem de), bunu şiddetle tercih ettiğini açıkça belirtti. Büyük şirketlerden ziyade bireysel işletme sahiplerinden oluşan bir toplum ve bunu başarmanın en iyi yolu olarak serbest piyasaları genişletmeyi gördü.
Anarşide, şebekeler hiyerarşileri toplumu örgütlemek için araçlar olarak değiştirir. Benzer şekilde, emir veren insanlara ve onlara itaat eden insanlara sahip olmaktan ziyade, fiyat sistemi aracılığıyla faaliyeti koordine ettiğimiz için patronların yerini alan fiyatları görüyorum. Ancak, buna ek olarak, gönüllü faaliyetin sonucu olsa bile, geliştikleri zaman güç dengesizliklerine karşı dikkatli olmamız gerekir. İşçilere kötü davranan veya tüketici seçimini kısıtlamak için pazar gücünü kullanan işletmeleri boykot etmek, (bu nedenle bir Apple iPhone’dan bir Google Android’e geçtiğim özgür bir toplumu sürdürmenin bir parçası). Daha az şanslı olanlara yardım etmek için hiçbir şey yapmayan servet biriktiricileri dışlamak ve serveti toplumun yararına kullananları övmek de bunun bir parçasıdır.
William Gillis’in 2009’da Human Iterations adlı sitesinde yazdığı gibi, özellikle iyi niyet fikrini nihai para birimi olarak seviyorum. Anarşist bir toplumda zenginler, toplumun geri kalanının mülkiyet iddialarını kabul etmemeyi seçerse zengin olmaktan vazgeçtiklerini asla unutmazlar: kişisel olarak kontrol edebileceğinizden daha fazlasına hak iddia ettiğiniz an, iddianızı onurlandırmak için diğer insanlara güveniyorsunuz demektir. Bu yüzden iyi bir insan olun.
İnsana Hizmet Etmek
Tamam, anarşist yemek tarifleri zamanı. Mülkiyetin bir sorun çözücü, sosyal barış ve ekonomik verimliliğe ulaşmak için yararlı bir araç olduğuna ve topluma büyük fayda sağladığına inanıyorum. Ancak, bu yararlı bir sosyal gelenektir, öz sahiplikten türetilebilecek mutlak bir hak değildir: 2100 yılında doğan bir kişinin 2000 yılında doğan bir kişiden daha az hakka sahip olması için hiçbir neden yoktur, ancak tüm dünya özel mülkiyet haline gelirse ve mülk sahipleri mülkleri için tüm kuralları belirleyebilirse, o tarihten sonra doğan herkes köle olarak doğacak ve öz sahiplik bir şaka haline gelecektir. Dahası, mülkiyet haklarının sınırları genel hukukta zaten kabul edilmiştir ve ancap’lerin sözleşme hukukunun karikatür versiyonunu terk etmeleri ve baskı, haksız etki ve bağlılıkları öğrenmeleri gerekir: sözleşmeden doğan yükümlülüklere ilişkin “iyi, o bunu kabul etti” görüşünün ötesine geçen yerleşik genel hukuk kavramları. ABD’de sözleşme hukukunu, çalışanların çok yıllı bir sözleşme imzalamış olsalar bile (devlet ordusuna katılanlar hariç) işlerini bırakma hakkına sahip olduklarını ve borçluların iflasta yükümlülüklerini iptal ettirebileceklerini ve ödeme yapmazlarsa asla hapse girmeyeceklerini (devlete vergi borcu olanlar hariç) kabul edecek kadar değiştirdik. Kısacası, sözleşmenin kutsallığı zaten hukuken kabul edilemez bir kavram olarak tanınmaktadır, çünkü öz mülkiyeti ihlal etmektedir.
Anarşinin gerektirdiği tek şey, diğer insanların bizim mülkümüz olmadığı fikrini kabul etmemizdir. Sadece bununla, karşılıklı saygı ortamında ihtiyaç duyulan düzeni ve organizasyonu yaratacağız. Çözemediğimiz anlaşmazlıklarımız olduğunda, onları çözmek için araçlar yaratacağız. Tarih bize özel mülkiyetin bu araçlardan biri olduğunu söylüyor, ancak onu sağduyumuzu ve insanlığımızı geçersiz kılan bir fetiş düzeyine yükseltmemeliyiz.
Hep Beraber Yaşamayı Başarabiliriz
Anarşist hareketin geleceği konusunda beni en çok iyimser kılan şey, gerçekliğin her zaman teoriyi alt edeceği. Hem homesteading’in bir yerde tam ve kalıcı bir hakimiyet yarattığında ısrar eden ancap hem de tüm özel mülkiyetin kötü olduğunda ısrar eden ancom, ikna, dışlama ve boykot araçlarını kullanmaya devam etseler de nihayetinde dünyada olduğu gibi yaşamak zorunda kalacakları gerçeğine boyun eğiyorlar. Anarşist toplumun bu iki uç noktadan herhangi birini başarılı bir şekilde benimseyebileceğine dair hiçbir kanıt göremiyorum (eğer yanılıyorsam, bu gerçeğe boyun eğeceğim). Daha önce atıfta bulunduğum Hasnas makalesi, insanların bir sorunu çözebilecekken mülkiyet hakları yarattıklarını çünkü bir sorunu çözebilecek olanı yaptıklarını söylüyor. Ortak hukuk insanların sağduyusuyla olgunlaşmıştır.
Anarşi bir sistem değildir. Anarşizm arada sırada kullandığımız bir kelime olmasına rağmen bir -izm bile değildir. Diğer insanlara saygı duyan ve efendi-köle ilişkilerini reddeden bir tutumdur (istisnasız tüm devlet görevlileri). Karşılıklı saygı atmosferinin ne getireceği önceden kestirilemeyebilir, nerede olduğuna göre de zaman içinde de değişir. Özel mülkiyetin değerini kanıtladığına, fakat gönüllü de olsa tüm zenginlik ve güç yoğunlaşmalarına şüpheyle yaklaşılmadan sürdürülebilir olmadığına inanıyorum. Her ne kadar anarko-komünistlerin kira ve maaşların kaldırılması gerektiği konusunda yanıldıklarını düşünsem de tüm otorite dengesizliklerine şüpheyle yaklaşılması ve bu dengesizliklerden yararlananların açıkça kınanması gerektiği konusunda son derece haklı olduklarını düşünüyorum.
Yaşasın Mülkiyet! Kahrolsun Hiyerarşi!