Okumak üzere olduğunuz makale Kevin Carson tarafından kaleme alınmış ve ilk olarak The Freeman tarafından yayımlanmıştır. 4 Ocak 2013 tarihinde ise C4SS’de yayınlanmış, Efsa tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.
“Fikri mülkiyet hakları” ile ilgili herhangi bir değerlendirme, bu tür “hakların” gerçek mülkiyet haklarını baltaladığı ve bu nedenle özgürlükçü ilke açısından gayri meşru olduğu anlayışıyla başlamalıdır. Gerçek, somut mülkiyet hakları, tabii yetersizlikten kaynaklanır ve doğal olarak, aynı anda birden fazla kişinin sahip olamayacağı fiziksel mülkiyetin işgalini sürdürme girişimini takip eder.
Öte yandan, “fikri mülkiyet”, doğal olarak var olmadığı ve yalnızca gerçek olan, maddi mülkiyeti işgal ederek ve sahibinin onu başkalarının lafta fikri mülkiyet haklarını ihlal edecek şekillerde kullanmasını engelleyerek uygulanabileceği gayri tabii yetersizlik yaratır. Stephan Kinsella’nın işaret ettiği gibi, özellikle yetenekli bir Cro-Magnon insanı kütük kulübelerin inşasının patentini alabilseydi, bugün onun varisleri, biz ne pahasına olursa olsun ödeme yapana kadar, vergi isteyerek kendi arazimizde, kendi odunlarımızla kulübeler inşa etmemizi engelleme hakkına sahip olacaktı.
Tescilli dijital bilgilerin gerektirdiği iş modeli, gerçek mülkiyet haklarına süregelmiş telif hakkı yasalarından bile daha fazla müdahale etmektedir. Dijital Binyıl Telif Hakkı Yasası (DMCA), WIPO Telif Hakkı Anlaşması, Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması’nın (GATT) Uruguay kısmını TRIPS hükümlerince uyarınca yürürlükte olan dijital telif hakkı yasası, tamamen birinin kendi sabit diskini ve diğer mülklerini kendine uygun gördüğü şekilde kullanmaktadır. Bu tür mevzuat sayesinde, DRM’yi (dijital haklar yönetimi) atlatabilen donanım satmak veya birisinin onu atlatmasını sağlayan kodları yayınlamak aslında yasa dışıdır. Cory Doctorow’un işaret ettiği gibi, “‘Fikri mülkiyeti’ korumak adına büyük medya şirketlerinin gayrimenkul fikrine bu kadar eleştiri yağdırmaya istekli olması komik- tişörtlerimizden arabalarımıza kadar sahip olduğumuz her şeyin bizim olduğunu öne sürerek, e-kitaplar, birinin telif hakkını, patentini ve ticari markasını bünyesinde barındırıyor, biz temelde sadece kiracı toprak sahipleriyiz, bize kendi evlerimizi kiralamakta kusur görmeyen nazik efendilerimizin topraklarında yaşıyoruz.
Her yere yayılan DRM, bir CD veya DVD alıcısı ile içeriği daha uygun bir yerde oynatmak istediğinde bile, içeriğin platformlar arasında kolayca aktarılmasını engellemektedir. Ve DMCA, satın alan kişi daha geniş ve daha uygun platform çeşitliliğinde kendi kullanımını kolaylaştırmak istediğinde bile, bu tür DRM’yi geçmeyi yasal bir şekilde yasaklar.
Dijital çağda “fikri mülkiyetin” zorunlu sonucu olan istilacılık seviyesi abartılamaz. Tescilli medyaya gömülü müdahaleci ve elverişsiz DRM ve teknik dolandırıcılık araçlarını suç sayan acımasız kanun bunu açıkça ortaya koymalıdır. Dijital telif hakkı yasasının mantıksal eğilimi, Richard Stallman tarafından distopik bir kısa öykü olan “The Right to Read”de oldukça ikna edici bir şekilde tasvir edilmiştir (sadece Google’a aratın- zaman ayırmaya değer).
Şirketler, özel bilgilerden kâr elde etmek için giderek daha otoriter yasalara sırtlarını yaslamaktadır. Johann Soderberg, eski SSCB’de o ülkedeki seçkinlerin gücünü korumak için fotokopi makinelerinin izlenmesini, bu ülkedeki şirketlerin gücünü korumak içinse dijital çoğaltıcıların izlenmesine benzetiyor. İmtiyazlı hükümete bağlı ekonomik çıkarlar, bu tür murakabelere giderek daha fazla bağımlı hale geliyorlar. Ne yazık ki onlar için, BitTorrent, güçlü şifreleme ve proxy sunucuları sayesinde bu tür murakabeler giderek daha fazla uygulanamaz hale geliyor. Örnek olay: DVD şifrelemesini hacklemek için bir koda karşı mahkeme tedbir kararlarının, kodun bloglarda, ayna sitelerinde ve hatta T-shirtlerde meydan okurcasına yayınlanmasıyla bir araya geldiği “DeCSS ayaklanması”. Fikri mülkiyet yasalarının uygulanmazlığı, hükümete bağlı ayrıcalıklı firmaların büyük bir kısmında yaygın olan iş modelini baltalamaktadır.
Eskimiş İş Modeli
Eskiden, fiziksel varlıkların muazzam değeri, kurumsal sınırlar ve özellikle de kurumsal hiyerarşilerin insan sermayesi ve diğer maddi olmayan varlıklar üzerindeki kontrolü için birincil yapısal destekti. Fiziksel varlıklar insan sermayesinden daha az önemli hale geldikçe bu durum değişmiştir. İnsan sermayesi kurumsal öz sermayenin birincil kaynağı haline geldikçe, kurumsal kurumsal kontrol için eski gerekçe buharlaşıyor.
Bilgi ve eğlence sektörlerinde, dijital ve internet devrimlerinden önce, pazara girmek için yapılan ilk harcama yüz binlerce dolar ya da daha fazlaydı. Yochai Benkler’in ifadesiyle eski elektronik kitle iletişim araçları, “yüksek maliyetli merkezler ve uçta ucuz, her yerde bulunan, yalnızca alım yapan sistemlerle tipikleşmişti. Bu da üretim için sınırlı bir organizasyon modeli yelpazesine yol açtı: bir merkez kurmak için yeterli fon toplayabilenler.” Aynı durum basılı süreli yayınlar için de geçerliydi: 1835 ve 1850 yılları arasında bir gazetenin tipik başlangıç maliyeti 500 dolardan 100.000 dolara, ya da 2005 dolarıyla yaklaşık 10.000 dolardan 2,38 milyon dolara yükselmiştir.
Buna karşılık ağa bağlı ekonomi, “ağ mimarisi ve konuşmacı olmanın [düşük] maliyeti” ile ayırt edilir. Bunu mümkün kılan temel değişiklik, “insani anlamı ifade etmek ve iletmek için gerekli olan temel fiziksel sermayenin bağlı kişisel bilgisayar” olmasıdır. Masaüstü devrimi ve internet, eğlence ve bilgi endüstrisinin çoğuna girmek için gereken minimum sermaye harcamasının en fazla birkaç bin dolara düştüğü ve yeniden üretimin marjinal maliyetinin sıfır olduğu anlamına gelmektedir. Ağa bağlı ortam, içerik yaratmak ve düzenlemek için sonsuz çeşitlilikte ucuz yazılımla birleştiğinde, amatörlerin bir zamanlar dev yayınevleri ve kayıt şirketleriyle ilişkilendirilen kalitede çıktılar üretmesini mümkün kılıyor. Bu durum yazılım endüstrisi, müzik endüstrisi (yüksek kaliteli kayıt ve ses düzenleme için ucuz ekipman ve yazılım sayesinde), masaüstü yayıncılık ve hatta bir dereceye kadar film (uygun fiyatlı düzenleme teknolojisi ve Sky Captain’ın başarısının tanıklık ettiği gibi) için de geçerlidir. Podcasting teknolojisi, “radyo” ve “televizyon” programlarının geniş bant bağlantısı olan herkese neredeyse hiçbir ücret ödemeden dağıtılmasını mümkün kılmaktadır. Amatör katılımcılardan oluşan bir ağ, Britannica’nın rakip olarak gördüğü Wikipedia adlı bir ansiklopediyi eş-üretim yoluyla oluşturmuştur. Tom Coates’in de belirttiği gibi, “evde yapılabilecekler ile iş ortamında yapılabilecekler arasındaki uçurum son on-on beş yılda dramatik bir şekilde daraldı.”
Indymedia gibi mecralarda sürekli genişleyen amatör ağlar, Robert Parry ve Greg Palast’ınki gibi alternatif haber operasyonları ve geleneksel yayın ağları kapanırken Irak’tan ilk elden haberleri bloglayan Iraklılar ve Amerikan askerleri ile bu durum haberler için de geçerlidir.
Acente Sorunları, Ayrılıkçı Firmalar
Bu durum, bilgi ve eğlence sektörlerindeki kurumsal hiyerarşileri derinden zayıflatırken, muazzam vekalet sorunları yaratmıştır. İnsan sermayesi, kurumsal öz sermayenin ana kaynağı olarak fiziksel sermayeyi gölgede bıraktıkça, insan sermayesi varlıklarının kendi ayaklarıyla oy kullanması giderek daha mümkün hale gelmektedir. İnsanlar becerilerini başka yerlere taşıyabilir, “ayrılıkçı firmalar” kurabilir ve eski işverenlerini şirket adından başka bir şeye sahip olmayan içi boşaltılmış kabuklar olarak bırakabilirler. Maurice Saatchi’nin Saatchi and Saatchi reklam ajansından ayrılması ve Salomon Brothers’ın tahvil ticareti yapan firmanın karının yüzde 87’sinden sorumlu olan bir grup tüccarı kaybetmesi gibi birkaç yüksek profilli vakada bu yaşandı. Organizasyon teorisi yazarı Luigi Zingales’in ifade ettiği gibi, “[I]firmanın sınırının, üst yönetimin güç kullanma yeteneğine sahip olduğu nokta olduğu görüşünü benimsersek. . . Grup, Salomon’un ayrılmaz bir parçası değildi. Sadece yer, Salomon’un adı ve sermayesini kiraladı ve kârının bir kısmını kira olarak verdi.”
Ekonomist David Prychitko, 1990’larda henüz yeni yeni gelişmeye başlayan teknoloji sektöründeki ayrılıkçı firmalara dikkat çekti:
Eski firmalar yeni firmalar için embriyo görevi görür. Eğer bir işçi ya da işçi grubu mevcut firmadan memnun değilse, her birinin kontrol ettiği bir becerisi vardır ve bu becerilerle firmadan ayrılıp yeni bir firma kurabilir. Bilgi çağında, bir patronun montaj hattının hakim olduğu günlerde olduğu gibi işçileri kontrol edemeyeceği daha belirgin hale gelmektedir. İnsanlara artık yük beygiri muamelesi yapılamaz, çünkü üretim sürecinin değeri giderek işçinin entelektüel becerilerinde somutlaşmaktadır. Bu durum, katılımcı örgütlenmeyi reddeden geleneksel firmalar için yeni bir tehdit oluşturmaktadır.
Ayrılıkçı bilgisayar firmalarının ortaya çıkması, fikirler ve bilgiler üzerindeki mevcut mülkiyet hakları sistemimizin diğer endüstrilerdeki patronları işçilerin karşı gücüne karşı ne ölçüde koruduğunun sorgulanmasına yol açmaktadır. Belki de mevcut patent, telif hakkı ve diğer fikri mülkiyet hakları sistemimiz, bazı Avusturyalıların iddia ettiği gibi sadece rekabeti engellemekle ve tekelciliği teşvik etmekle kalmıyor. Fikri mülkiyet hakları aynı zamanda genel olarak firmalardan ayrılma olasılığını azaltabilir ve daha katılımcı, işbirliğine dayalı biçimlere geçişi caydırabilir.
Bu ortamda, eski bilgi ve medya dinozorları ile tamamen çöküşleri arasında duran tek şey sözde fikri mülkiyet haklarıdır – en azından hala uygulanabilir oldukları ölçüde. Fikri mülkiyetin sahipliği, kurumsal hiyerarşilerin gücünün yeni temeli ve kurumsal sınırların birincil dayanağı haline gelmektedir.
Küçük ölçekli dağıtılmış üretim makinelerinin artan yaygınlığı ve düşen maliyeti, küçük bağışçılardan sermaye toplamanın “kitle kaynaklı”, dağıtılmış araçlarının yükselişi ile birlikte, fiziksel üretimin de önemli ölçüde aynı olgu tarafından yönetildiği anlamına gelir.
Fikri mülkiyet olmaksızın, temel üretim ekipmanlarının yaygın olarak satın alınabildiği ve aşağıdan yukarıya ağ oluşturmanın yönetimi geçersiz kıldığı herhangi bir endüstride, kendi kendini yöneten, kooperatif üretimin eski yönetim hiyerarşilerinin yerini alması muhtemeldir. James Bennett’in “Kapitalizmin Sonu ve Piyasa Ekonomisinin Zaferi” başlıklı makalesinde belirttiği gibi ağ devrimi, tam potansiyelinin gerçekleşmesi halinde, Hollywood gibi yirminci yüzyılın endüstriyel bilgi, kültür ve iletişim üreticilerinden güç ve paranın önemli ölçüde yeniden dağılımına yol açacaktır, Kayıt endüstrisi ve belki de yayıncılar ve bazı telekomünikasyon devleri – dünya çapında yaygın nüfus ve bu nüfusun hazır satın almak yerine kendi bilgi ortamını daha iyi üretebilmesini sağlayacak araçları inşa edecek piyasa aktörlerinin bir kombinasyonu.
Bir Şeyi İsmi İçin Satın Alma
Maddi varlıklardan maddi olmayan varlıklara doğru yaşanan önem kaymasının bir başka etkisi de ürün fiyatlarının giderek artan bir bölümünün, üretimin maddi maliyetlerinden ziyade fikri mülkiyet ve diğer yapay mülkiyet hakları üzerindeki gömülü rantlardan oluşmasıdır. Tom Peters, The Tom Peters Seminar adlı kitabında, ürün “değerinin” giderek artan bir kısmının işçilik ve malzeme maliyetlerinden ziyade “efemera” ve “akıldan” (yani nihai fiyatın fikri mülkiyet sahiplerine verilen haraçtan oluşan miktarından) oluştuğundan bahsetmekten hoşlanıyordu. Michael Perelman’dan alıntı yapacak olursak, “[T]o sözde ağırlıksız ekonomi, daha çok hükümetin güçlü şirketlere verdiği fikri mülkiyet yetkileriyle ilgilidir. Örneğin Nike, Microsoft ve Pfizer gibi şirketlerin ağırlığına oranla yüksek değere sahip mallar satmalarının tek nedeni fikri mülkiyet haklarının onları rekabetten izole etmesidir.”
Ancak fikri mülkiyet, daha önce de gördüğümüz gibi, giderek daha fazla uygulanamaz hale geliyor. Sonuç olarak, tescilli içeriğin mülkiyeti, kurumsal gücün temeli olarak giderek savunulamaz hale geliyor. Ve emtia fiyatlarının yapay mülkiyet hakları üzerindeki gömülü rantlardan kaynaklanan kısmının patlamasını bekleyebiliriz.
Mevcut şirket kapitalizminde geçerli olan iş modelinin önemli bir bileşeni, patentli ya da telifli yedek parçaların, aksesuarların ve benzerlerinin muazzam bir fiyat artışıyla satılmasıyla birlikte maliyetin altında platformların sunulmasıdır. Yani bir kişi, sözleşmeye bağlı olarak sadece belirli bir hizmet paketini yıllarca kullanma zorunluluğu olan bir cep telefonunu çok az bir fiyata ya da hiç almadan satın alır; son derece pahalı mürekkep kartuşları kullanan oldukça ucuz bir yazıcı satın alır; kutusu 100 dolar olan glikoz test şeritleriyle birlikte ucuz bir şeker ölçüm cihazı satın alır. Bir kişinin telefonunu farklı bir hizmet planı kullanacak şekilde hacklemek veya tescilli versiyonla rekabet edecek şekilde jenerik mürekkep kartuşları veya glikoz test şeritleri üretmek yasa dışıdır. Aynı şey, kurumsal bayilikle rekabet halinde bir araba ya da cihaz için jenerik yedek parça üretmek için de geçerlidir.
“Fikri mülkiyet” aynı zamanda planlı eskime ve yüksek maliyetli üretime karşı bir siper görevi görmektedir. Şu anda olduğu gibi, cihazlar genellikle onarımı engelleyecek şekilde tasarlanmıştır. Tamirci size çamaşır makinenizi tamir etmenin değerinden daha pahalıya mal olacağını söylediğinde doğruyu söylüyordur. Ancak bu durumun kasıtlı bir tasarımı yansıttığını eklemeyi ihmal ediyor: Makine modüler olarak tasarlanabilirdi, böylece arızalı parça ucuz ve kolay bir şekilde değiştirilebilirdi. Ve eğer üretici sınırsız rekabete tabi olsaydı, normal piyasa teşviki bunu yapmak olurdu.
Yasal kısıtlamalar olmadığı sürece, diğer firmaların platformları için rakip jenerik yedek parçalar ve aksesuarlar sunmak karlı olacaktır. Ve bu rekabet karşısında, diğer şirketlerin platformlarının modüler bileşenleri ve aksesuarları ile birlikte çalışabilen ve onarıma uygun modüler ürün tasarımlarına yönelik güçlü bir baskı oluşacaktır. Patentlerin yasal kısıtlamaları olmaksızın, diğer şirketlerin platformlarıyla uyumsuzluk yoluyla onarım kolaylığını engellemek üzere tasarlanmış bir cihaz rekabetçi bir dezavantaja maruz kalacaktır.
Küresel düzeyde fikri mülkiyet, ulusötesi şirketler için eski ulusal ekonomilerde tarifelerin oynadığı korumacı rolün aynısını oynamaktadır. Küresel şirket ekonomisindeki baskın sanayi sektörlerinin -yazılım, eğlence, biyoteknoloji, ilaç ve elektronik- hepsinin büyük ölçüde fikri mülkiyete dayanması pek de tesadüfi değildir. Ve yanlış bir şekilde “serbest ticaret” ve “serbest piyasalar” ile özdeşleştirilen neoliberal rejimin ana odağı, kârın birincil kaynağı olarak yasal fikri mülkiyet rejimini güçlendirmektir.
Küresel ölçekte patentler, ulusötesi üretim şirketlerini üretken teknoloji üzerinde kalıcı bir tekel haline getirmektedir. GATT fikri mülkiyet rejiminin temel motivasyonu, ulusötesi şirketlerin (TNC’ler) ileri teknoloji üzerindeki kolektif tekelini güvence altına almak ve Üçüncü Dünya’da bağımsız rekabetin ortaya çıkmasını engellemektir. Üçüncü Dünya Ağı’ndan Martin Khor Kok Peng’in yazdığı gibi, “teknolojinin Üçüncü Dünya’ya yayılmasını etkili bir şekilde önleyecek ve Üçüncü Dünya teknolojisinin potansiyel gelişimini engellerken çok uluslu şirketlerin tekel telif ücretlerini muazzam ölçüde arttıracaktır.”
Kapanışa Doğru
Ancak tekrar etmek gerekirse, iyi haber şu ki hem yerel hem de küresel ekonomilerde bu iş modelinin sonu geldi. Pek çok sektörde üretken kapasitenin birincil kaynağı olarak fiziksel sermayeden insan sermayesine geçiş, sermaye ekipmanlarının fiyatlarının düşmesi ve mülkiyetinin yaygınlaşması ile birlikte, kurumsal işverenlerin giderek daha fazla içinin boşaldığı ve fiziksel üretim süreci üzerindeki kontrollerini yalnızca yasal kurgular yoluyla sürdürdükleri anlamına gelmektedir. Gerçek fiziksel üretimin büyük bir kısmı bağımsız küçük dükkanlara (ister Çin’deki bir atölye isterse GM tedarikçisi olsun) taşeronlaştırıldığında, şirket atlanabilecek gereksiz bir “düğüm” haline geliyor. Blog yazarı David Pollard’ın 2015 yılında bir gelecek tarihçisinin perspektifinden tanımladığı gibi:
Pahalı dış kaynak sağlayıcılar kısa sürede kendilerini gereksiz aracılar olarak gördüler. . .. ‘Temel olmayan yetkinlik’ olduğunu düşündükleri her şeyi ellerinden çıkaran büyük şirketler, bağlantılı bilgi ekonomisinde temel yetkinliklerinin değerinin hisse senetlerinin şişirilmiş değerinden çok daha az olduğunu üzülerek öğrendiler ve pazar paylarının çoğunu küçük girişimci işletmelerden oluşan yeni federasyonlara kaptırdılar.
Verdiği tüm zararlara rağmen, fikri mülkiyet aslında inovasyon için bir teşvik unsuru olarak gerekli bile değildir. Endüstriyel analist F. M. Scherer 1990’larda 91 şirketle yaptığı bir ankete dayanarak, tüm süreç ve ürün yeniliklerinin yaklaşık yüzde 86’sının “rekabetçi kalma zorunluluğu, verimli üretim arzusu ve satışlarını genişletme ve çeşitlendirme arzusu” nedeniyle geliştirildiğini ileri sürmüştür.
Ve telif hakkı sanatsal yaratım için patentlerin icat için gerekli olmasından daha gerekli değildir. Açık kaynak dünyasında, içeriğin kendisi tescilli olmasa bile yardımcı hizmetlerden para kazanmayı başaran birçok işletme vardır. Örneğin Red Hat, yazılımı özelleştirerek ve özel müşteri desteği sunarak açık kaynaklı Linux işletim sisteminden para kazanmaktadır. Phish, hayranlarını müziğini ücretsiz olarak paylaşmaları için aktif olarak teşvik ederken, canlı performanslardan ve imtiyazlardan para kazanıyor. Radiohead yakın zamanda çıkardığı bir albümü ücretsiz olarak indirmeye sunmuş ve PayPal bahşiş kavanozu gibi bir şey aracılığıyla sadece gönüllü katkılar toplamıştır.
Fikri mülkiyet yenilikçiliği teşvik etmek için gerekli olmadığından, bu durum fikri mülkiyetin temel pratik etkisinin, mevcut teknolojinin kullanımına tekel ücreti uygulayarak ekonomik verimsizliğe yol açmak olduğu anlamına gelmektedir.
Kevin Carson’ın “ Intellectual Property is Theft!” adlı kitabının bir kopyasını satın alarak C4SS’ye destek olabilirsiniz.