Okumak üzere olduğunuz makale, Eric Fleischmann tarafından kaleme alınmış ’ye çevrilmiştir. 25 Ağustos 2020 tarihinde “Biden and the Demonization of Anarchism” başlığı altında yayınlanmıştır.
Bu yıl ülke çapında polis vahşetine karşı yürütülen protestolara yanıt olarak, Başkan Donald Trump birçok kez ‘Siyah Hayatlar Değerlidir’ hareketini anarşistler ve anarşizm ile ilişkilendirmeye çalıştı. Bir protestoda siyah giyinmiş bir adamın videosunu alıntılayarak “Anarşistler, sizi görüyoruz!” söylemi gibi tehditkâr şeyler tweetledi. Ve Portland, Oregon’daki protestocuları “Ülkemizden nefret eden anarşistler” olarak servis etti. Vali Kate Brown’a “Portland’daki kışkırtıcıların ve Anarşistlerin temizlenmesi ve bazı durumlarda tutuklanması” çağrısında bulundu. Benim gibi pek çok anarşistin Siyah Hayatlar Değerlidir protestolarına katıldığı ortada olan bir gerçek, ancak Başkan Trump’ın nesnel bir ideolojik gözlem yapmadığı, bunun yerine anarşisti “kirli bir kelime” olarak kullanmaya çalıştığı ve protestocuları terörist suçlular olarak empoze etmek istediği açıktır.
Tabii bunların, anarşizmi kendi dünya görüşünün antitezi olarak gören sağcı, otoriter, kurumsal bir kapitalistten (hatta kısaca “faşist” bile diyebiliriz) gelmesi şaşırtıcı değil, ancak bu retorik de Trump ve Trumpist Cumhuriyetçilerle sınırlı değil. Son zamanlarda, Wilmington, Delaware’de yaptığı bir konuşmada, Demokrat başkan adayı Joe Biden, şu açıklamasında benzer bir perspektife başvurdu: “Bu protestoların başlangıcından beri şiddete ya da mülklerin zarar görmesine izin verilmemesi gerektiğini söyledim. Barışçıl protestocular korunmalı, kundakçılar ve anarşistler yargılanmalı ve yerel kolluk kuvvetleri bunun için var.” Şiddetin mülklerin hasar görmesiyle harmanlandığı bu tartışmada gerçekten rahatsız edici olan unsur, kundaklamanın anarşizm ve dolayısıyla şiddetli suçluluk ile ilişkilendirilmesidir. MSNBC’den Chris Hayes’in tweet’i gibi, “’anarşist’ serbest dalışta bir suçlu kategorisi değildir. Birinci Değişiklikte söylendiği gibi anarşist olmak tamamen yasaldır ve aksini ima etmek özgürlük ruhunun ağır ihlalidir.” Ve FBI web sitesinde motivasyonu “anarşist aşırılık” olarak gösterilen bir terör eylemi hakkındaki 2010 tarihli bir yazıda bile şöyle söyleniyor: “[a]narşizm, toplumun hiçbir hükümeti, kanunu, polisi veya başka bir otoritesi olmaması gerektiğine dair bir görüştür. Bu görüşü desteklemek tamamen yasaldır ve ABD’deki anarşistlerin çoğu, şiddet içermeyen, suç içermeyen yollarla değişimi savunmaktadır.”
Ancak anarşizmin – ve genel olarak diğer aşırı sol ideolojilerin – hem kamuoyunda şeytanlaştırılması hem de kelimenin tam anlamıyla kriminalize edilmesi Amerikan tarihinde yeni bir şey değil. ABD Hükümetinin ve Amerikan toplumunun büyük ölçüde sola sempatik bireylere ve gruplara karşı cadı avlarını başlattığı Kızıl Korkularda bunu gördük. 20. yüzyılın başlarında meydana gelen bunlardan ilki (ve akımın başlangıcı), kesinlikle sağlam anti-komünizm unsurlarına sahipti- 1917 Rus Devrimi, Birleşik Devletler’de Bolşevik şeylerin yayılabileceği korkusunu doğurdu – ancak özellikle şunun istendiği söylendi: anarşizmin kökünü kazımak. Bu, işçi tarihinde dört anarşistin yargılanıp asıldığı Chicago polis memurlarına bir bomba atılmasıyla sonuçlanan, emek tarihinde önemli bir olay olan 1886 Haymarket İsyanı’na kadar izlenebilir. Ve elbette Başkan William McKinley’nin 1901’de kendini anarşist ilan eden bir İtalyan-Amerikalı* Leon Czolgosz tarafından öldürülmesi olayı ve yaklaşık yirmi yıl sonra cinayet, soygun suçu ve silahlı oldukları iddiasıyla idam edilen meşhur İtalyan anarşistler Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti vakası vardı. Ancak tarihin gösterdiği gibi, “Czolgosz Amerikan anarşist hareketiyle yalnızca lafta bağlantılıydı- bazı gruplar onun polisler için casus olduğundan bile şüphelenmişti” ve “Sacco ve Vanzetti’nin yargılanması pek çok kişi tarafından hukuka aykırı bir şekilde sansasyonel olarak kabul edildi. Yetkililer çalınan parayla ilgili herhangi bir kanıt bulamamışlardı ve onların aleyhindeki diğer kanıtların çoğu da daha sonra boşa çıkarıldı.”
Ama bu kazançlar, Kansas’ta “şimdi veya bundan sonra Bolşevizm, anarşi veya radikal sosyalizmin bayrağı, standardı veya sembolü olarak belirlenecek herhangi bir renk veya tasarımdaki bayrak, standart veya pankart taşımak suçtur.” mevzuatı ve Massachusetts’te “kırmızı veya siyah bayrak kullanılamaz ve üzerinde hükümete karşı olan veya kutsal şeylere saygısızlık olan veya genel ahlaka aykırı olabilecek herhangi bir yazı bulunan hiçbir pankart, sancak veya işaret olamaz.” gibi kararları engellemeye yetmedi. Daha başka olarak, federal düzeyde, ABD hükümetinin anarşizm ve radikal işçi hareketleriyle bağlantılı göçmenleri dışlamasına ve sınır dışı etmesine izin veren 1903 Göç Yasası (Anarşist Dışlama Yasası olarak da bilinir) vardı. Bir de 1917 tarihli Casusluk Yasası var, bir keresinde Amerika’nın en ünlü anarşisti Emma Goldman ve Birinci Dünya Savaşı ikonu Eugene Debs bu yasaya göre suçlandı ve aynı yasa çok daha yakın bir zamanda Julian Assange ve Edward Snowden gibi şahsiyetlere karşı kullanıldı. O dönemde anarşistleri (ve genel olarak solcuları) hedef alan bu yasamanın gücü hiç tükenmedi.
Ayrıca, 20. yüzyılın başlarındaki anarşizme ilişkin kamuoyu görüşleri, genellikle ‘anarşist’ veya ‘anarşizm’ olarak etiketlenen, iyi giyinmeyen yabancı bir adamı bir bomba, bıçak veya Amerika’nın veya özgürlüğün ve hatta toptan medeniyetin sembollerine saldırmak üzere kullanılan bir silah taşırken betimleyen karikatürlerde mükemmel bir şekilde örneklenebilir:
Bu nedenle, Joe Biden’ın “kundakçılar ve anarşistler” ile ilgili açıklamaları ya da anarşizmin kriminalize edilmesi çağrısı ne rastgele ne de yenidir, aksine 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Amerika’dan anarşist düşünceye karşı tarihsel bir önyargısıyla doğmuştur. Colin Ward’ın Anarşizm: Çok Kısa Bir Başlangıç’ta yazdığı gibi, bu çağ, “Karikatürcünün anarşist klişesi, dumanı tüten fitili olan bir bombanın başka ülkeden pelerinli ve sakallı bir taşıyıcısıdır ve bu da sonuç olarak anarşist düşüncenin ciddi bir şekilde masaya yatırılmasına engel olmuştur. Bu arada, ayrım gözetmeyen ölçekteki modern siyasi terörizm, hükümetlerin tekelindedir ve sivil topluma yöneliktir ya da hepimizin dini veya milliyetçi ayrılıkçılıkla ilişkilendirdiği bir tehlikedir, ki her ikisi de anarşist değerlere çok uzaktır.”
Bunlardan anarşistlerin asla şiddet eylemleri yapmadıkları da çıkarılamaz. Ward, bahsi geçen anarşist klişenin ortaya çıkmasının nedeni için de şöyle söylüyor “bundan bir yüzyıl önce . . . küçük bir anarşist azınlık, birçok başka siyasi hareketin azınlıkları gibi, hükümdarların, prenslerin ve başkanların öldürülmesinin halk devrimini hızlandıracağına inanıyordu.” Ve ilk Kızıl Korku, kısmen, İtalyan anarşist Luigi Galleani’nin takipçileri tarafından 1919’da Nisan’dan Haziran’a kadar gerçekleştirilen hem teşebbüs hem de başarılı bombalamalar dizisi nedeniyle ortaya çıktı. Ve o dönemin ve günümüzün anarşistleri arasında, Paul Z. Simons’un “anarşizmin, özellikle bireyci anarşizmin bir ifadesi olarak suçluluğu açıkça kucaklamak” olarak tanımladığı “illegalizm” biçimlerini benimseyenler vardı. Bu genellikle hırsızlık, kalpazanlık ve yasa dışı maddelerin satışı gibi şiddet içermeyen suçlar oldu, ancak tarihsel olarak Fransa ve Belçika’da çok sayıda silahlı soygun ve cinayet işleyen Bonnot Çetesi gibi şiddet içeren eylemler de görülmüştür. Ancak 20. yüzyılın sonlarında ve 21. yüzyılın başlarında, kendini savunma amaçlı olmayan şiddet eylemlerine adamış önemli anarşist hareketler bulmak zordur. İstisnalar, 90’larda ve 2000’lerin başında Atina’daki IBM binasının 1996’da bombalanması gibi birden fazla kundaklama ve yangın bombası eylemi gerçekleştiren Yunan anarşist Nihilist Faction gibi uç grupları içerebilir. Ancak bu saldırı bile herhangi bir ölüm ve yaralanma ile sonuçlanmadı. Üstelik, şiddetle -tarihsel ya da başka türlü- en az bir bağlantısı olmayan çok az siyasi ideoloji vardır. En önemli örnek, Biden’ın kendisinin temsil ettiği ideoloji olabilir: (daha radikal varyasyonlarının aksine) geleneksel liberalizm.
Akademik İnternet kişiliği Oliver Thorn, gerçekte temelde herhangi bir siyasi ideolojinin “şiddetin kabul edilebilir hedeflerinin kim olduğunu” belirlemesi gerektiğini ve liberalizmin de tamamen böyle olduğunu ve ayrıca liberalizmin kendisini nasıl şiddet içermeyen (ve hatta ideolojik olmayan) olarak sunduğunu açıklıyor. Örneğin, John Stuart Mill ve John Locke gibi erken dönem liberal düşünürlere göre kabul edilebilir hedefler, özgürlüğe olan bariz sevgilerine rağmen, beyaz Avrupalılara tanınan sivil özgürlüklerin verilmediği “barbarlar” ve “vahşi ırklar”dı. Amerika Birleşik Devletleri’nin liberal Kurucu Babaları, “Yaşam, Özgürlük ve Mutluluk arayışı” ve “bütün insanların eşit yaratıldığını” tekrarladılar, ama çoğu siyah kölelere sahipti ve kadınların birçok hakkını reddetti. Bu ikiyüzlülük hem bireylerin hem de malların ülkeler arasında hareket etme özgürlüğü lehine açık söylemlere rağmen, çoğu “liberal” ülkenin “yasadışı” kabul edilen göçmenleri reddetmesi ve gözaltına almasıyla günümüzde de devam etmektedir. Dolayısıyla liberalizm, ‘diğerlerine’ yönelik şiddeti sürdürmek için pratikte teorik ilkeleriyle çelişir. Liberalizm ayrıca sıklıkla “egemenlik paradoksu” olarak adlandırılan şeyden de mustariptir. David Graeber, The Democracy Project adlı kitabında durumu şöyle açıklıyor:
polis, şiddet uygular, mesela vatandaşları halka açık bir parktan kovmak için şiddet uygulayabilir. Kanunlar meşruiyetlerini Anayasadan alırlar. Anayasa, meşruiyetini “halk” denen bir şeyden alır. Fakat “halk” bu meşruiyeti Anayasaya fiilen nasıl bahşetmiştir? Amerikan ve Fransız devrimlerinin açıkça ortaya koyduğu gibi: temelde yasadışı şiddet eylemleri yoluyla. (Washington ve Jefferson, beraber büyüdükleri yasalara göre açıkça vatana ihanetten suçluydular.) O halde polise, onlara güç kullanma hakkını veren şeyi – bir halk ayaklanmasını – bastırmak için başta sahip olduğu gücü kullanma hakkını veren nedir?
Dolayısıyla, şiddet içeren ideolojik suçluluğu kınamasına rağmen, Biden’ın gücü ve otoritesi (senatör, başkan yardımcısı veya potansiyel başkan olarak) bizzat şiddet içeren suçtan türetilmiştir- tek farkı çok önceden işlenmiş olması. Ve herhangi bir devletçi ideoloji olarak, liberalizm, Max Weber’in Politics as Vocation adlı denemesinde ünlü olarak yetkilendirme, tehdit etme ve belirli bir bölge içindeki insanlara karşı (özellikle fiziksel) şiddet kullanma hakkını elinde tutan organ olarak anlaşılan bir devlet biçiminden bahseder.
Ancak liberalizmdeki şiddetin daha tarihsel veya ‘soyut’ unsurlarının ötesinde bile, Biden’ın kendisi devlet mekanizmaları aracılığıyla şiddete ortak olmuştur. Aksine son zamanlardaki iddialarına rağmen, Biden, başlangıcında ve yürütülmesi sırasında Irak Savaşı’nın sıkı bir destekçisiydi- bildirildiğine göre şiddet nedeniyle 185.231 ila 208.214 sivil zayiata ve savaşçılar dahil 288.000 zayiata mal olan bir savaş. Ve yurt içinde, Biden’ın suça karşı sert politikaları ve uyuşturucuyla savaşı savunuculuğu, Amerika Birleşik Devletleri’nde muazzam ölçüde şiddete, hırsızlığa ve (hem insani hem de finansal) kayıplara yol açtı. Brittany Hunter’ın FEE için yazdığı şu makalede söylediği gibi,
toplu hapsetme ve zorunlu asgari ceza yasaları masum hayatları mahvetti, aileleri parçaladı ve Amerikalı vergi mükelleflerine yılda 182 milyar dolara mal oldu. Sivil varlıkların müsaderesi uygulaması, kolluk kuvvetlerinin bir suçu olmayan veya hüküm giymemiş kişilerden para almasına ve mülklerine el koymasına izin verdi. Genç bir ABD senatörü olarak Biden, bu politikaların her birinin oluşturulmasında ve benimsenmesinde rol oynadı.
Dolayısıyla, bir kez daha, anarşistlerin şiddet sevdalısı suçlular olarak yargılanması çağrısında bulunmasına rağmen, Biden’ın kendisi -elbette güvenli bir mesafeden- muazzam ölçüde şiddet propagandası yaptı, tek fark onunki yasanın sınırları içinde. Bu, Ward’ın bahsettiği çağdaş dünyadaki büyük ölçekli şiddetten anarşistler değil hükümetlerdir. Chris Matthew Sciabarra’nın dediği gibi sorumlu olduğu yönündeki daha önceki noktasına uyuyor: “Şüphecilerin anarşizmi, bugün birçok tekel hükümetin arasında ortaya çıkabilmiş bir anarşist grubun bomba atmasının anarşistlerin hayal edebileceğinden de öte olduğunun farkına varmadan saçma idealist ve soyut görmeleri ironiktir.”
Fakat burada liberalizmin şiddetinin ana hatlarını çizmenin amacı, anarşistler tarafından işlenen öz savunma motivasyonu olmayan şiddeti haklı çıkarmaya çalışmak değil, şiddeti güçlü bir şekilde reddettiği için anarşizmi diğer ideolojilerin çoğuyla daha da zıtlaştırmaktır. Sağcı haber sitesi Daily Wire’ın bir makalesinde Emily Zanotti, Amerika Demokratik Sosyalistleri’nin Portland, Oregon şubesinin bir bölümünde şunları söyleyen bir bildiri yayınladığını haber yaptı: “Joe Biden’ın işbirliği ve karşılıklı yardımlaşmaya dayanan siyasi bir ideolojiyi suçlu gösterdiği bu açıklamayı kınıyoruz.” Ve bu son derece önemli bir noktadır: anarşizm, karşılıklılık ve özen ruhu içinde bireyler ve topluluklar olarak birlikte çalışmaya dayanan bir düşünce okuludur (daha doğrusu okulları). Graeber ve Noam Chomsky — belki de bugün yaşayan en ünlü iki anarşist düşünür — her ikisi de anarşizmi hızlıca tanımlar. Graeber, söz konusu kitabında şöyle yazıyor: “anarşizmi açıklamanın en kolay yolu, bunun gerçekten özgür bir toplumu meydana getirmeyi amaçlayan — ve ‘özgür toplumu’, insanların sürekli şiddet tehdidiyle zorlanması gerekmeyecek olan birbirleriyle bu tür karşılıklı ilişkilere girdiği bir toplum olarak tanımlıyor- politik bir hareket olduğunu söylemektir” Ve Chomsky, Harry Kreisler ile yaptığı bir röportajda şunları söylüyor,
anarşist geleneğin özü, anladığım kadarıyla, iktidarın meşru olduğunu kanıtlayamadığı sürece her zaman gayri meşru olmasıdır. Dolayısıyla ispat etme görevi her zaman otoriter hiyerarşik ilişkilerin meşru olduğunu iddia edenlere aittir. Meşruluklarını gösteremezlerse de ortadan kaldırılmalılar.
Bu tanımların her ikisi de anarşizmin, insanların yaşamına ve geçimine göz dikmiş kundakçı ve yağmacıların ideolojisi olarak değil de güvenliği ve günümüz toplumuna yayılan şiddet ve tahakküme karşı temel bir muhalefete dayalı ideoloji olarak görülmesi gerektiğini özetlemektedir.
Ve sen okuyucu, bu yazıdan hiçbir şey almıyorsan en azından bunu al: anarşistleri şehrinizin gıda bankalarında ve aşevlerinde çalışırken, ilçenizdeki dost şirketlerde sendikalar düzenlerken yahut topluluğunuzu daha iyiye götürmek için çalışırken bulmanız, sokakta bomba (ya da Molotof gibi şeyler) kullanarak masum insanlara zarar verirken bulmanızdan çok çok daha olasıdır.