Liberter Anarşizm: On Eleştiriye Yanıt

Okumak üzere olduğunuz makale, Roderick Long tarafından kaleme alınmış ’ye çevrilmiştir. 22 Ekim 2012 tarihinde “Libertarian Anarchism: Responses to Ten Objections” başlığı altında yayınlanmıştır.

Liberter anarşizme getirilen bazı ana eleştirilerden ve bunlara nasıl cevap verdiğimden bahsetmek istiyorum. Ama eleştirileri yermeye ve onları yanıtlamaya başlamadan önce söylemeliyim ki bir şeyi savunmak için iyi nedenler sunmadan önce ona getirilen eleştirilere karşı çıkmanız pek anlamlı durmaz. Bu yüzden getirilen eleştirilere karşı savunmaya geçmeden önce bu iyi olduğunu düşündüğüm nedenlere kısaca değinmek istiyorum.

LIBERTER ANARŞIZM DAVAMIZ

Bize Dayatılan Tekellere İlişkin Problemler

Şöyle düşünün, ayakkabı tekelinde yanlış olan ne? Diyelim ki ben ve çetem, yasal olarak ayakkabı üretip satma iznini sahip olan kişileriz- yani çetem ve izin verdiğim insanlar dışında hiç kimse bunu yapamaz. Burada sorun olan ne? Bizi böyle özel kılan ne? Şimdi bu durumda, ben kendimi seçtiğim için böyle bir tekele sahip olması gereken benim, o yüzden belki de daha farklı bir örnek seçmeliyim! Ama yine de merak edebileceğiniz gibi, ben ve çetem başka kimsenin yapma hakkına sahip olmadığı bir mal ve hizmet sunma hakkını talep etmeyi nasıl meşru göstereceğiz. Bildiğimiz kadarıyla ben en iyi ihtimalle başka bir ölümlüden ibaretim, aşağı yukarı sizin gibi bir insanım. Dolayısıyla ahlaki açıdan, böyle bir şey yapmaya diğer herkesten daha fazla hakkım yok.

Öyleyse, tabii ki pragmatik ve sonuçsalcı bir pozisyonda olunduğundan soruyoruz- şimdi her şeyden önce, benim ve çetemin ayakkabı tekeline sahip olmasının muhtemel sonucu ne olacak? Öncelikle teşvik sorunları ortaya çıkacak. Ayakkabı yapma ve satma hakkına sahip tek kişi bensem, muhtemelen ayakkabıları bende çok ucuza bulamayacaksın. İstediğim kadar ücret alabilirim, sadece onları hiç alamayacağın kadar fazla ücret belirlemediğim sürece ya da sadece ayakkabılara sahip olmadığın için daha mutlu olduğuna karar vereceğin bir ücret belirlemediğim sürece. Ama istekli ve ayakkabıya erişebilir olduğun sürece, senden alabileceğim en yüksek fiyatı alacağım- çünkü rekabetin yok, gidecek başka hiçbir yerin yok. Ha bir de ayakkabıların yüksek kalitede olmasını beklememelisiniz, çünkü sonuçta, hiç yoktan iyi oldukları sürece onları çıplak ayakla gezmeye tercih edeceksiniz- o zaman onları benden satın almalısınız.

Ayakkabıların pahalı ve kaliteli olmama durumuna ek olarak, ayakkabıyı üreten ve satan tek kişi olma yeteneğimin bana sizin üzerinizde belli bir avantaj sağladığı gerçeği de mevcut. Senden hiç hazzetmediğimi düşün. Bir şekilde beni kırdığını düşün. Belki bir süre ayakkabı alamayacaksın. Yani, gücün kötüye kullanılabilme sorunları da var olacaktır.

Tabii ortada olan sadece bir teşvik sorunu değil, çünküsünü şöyle açıklayalım, her şeyden önce aziz gibi bir insan olduğumu olduğumu ve sizin için yapabileceğim en iyi ayakkabıları yapacağımı ve alabileceğim en düşük fiyatı alacağımı, gücümü hiç kötüye kullanmayacağımı varsayın. Tamamen güvenilir olduğumu varsayalım. Ben insanlığın içinde bir prensim (Machiavelli’nin kullandığı anlamda değil). Hâlâ bir sorun mevcut: Ayakkabı işinde yapabileceğimin en iyisini yaptığım sonucuna nasıl varacağım? Sonuçta ortada bir rekabet yok. Sanırım insanların ne tür ayakkabılar istediklerini anlamak için anket falan yapabilirim. Ama yapabileceğim ayakkabı çeşidi çok fazla. Bazıları daha pahalı, bazıları ise daha ucuz. Pazar olmadığı ve kâr ve zarar muhasebesi yolunda gerçekten yapabileceğim pek bir şey olmadığı düşünüldüğünde bunları nasıl bileceğim? Sadece tahminlerde bulunmam gerekir. Bu yüzden elimden gelenin en iyisini yapsam bile, ürettiğim ayakkabı miktarı ve ortaya koyduğum kalite insanların tercihlerini tatmin edecek düzeyde olmayabilir ve o tatmin noktasını bulmakta zorlanacağım.

Devlet Bize Dayatılmış Bir Tekeldir

Demek ki bu saydıklarımızın hepsinden ayakkabı yapımı ve satışı üzerinde tekele sahip olunmaması gerektiği sonucuna varılabilir. Şimdi en azından ilk bakışta, görünen o ki tüm bunlar, anlaşmazlıkları karara bağlayabilme, hakları koruma ve sizin genel olarak hukuk teşebbüsü olarak adlandırabileceğiniz şeylere dahil olan hayatın her alanında kimsenin bir tekele sahip olmaması gerektiğini gözler önüne seriyor. Öncelikle ahlaki bir soruyla karşı karşıyayız: Neden bir grup insan belirli bir bölgede belirli türden hukuki hizmetler sunabilen veya belirli tür şeyleri uygulamaya koyabilen tek varlık olma hakkına sahip? Akabilinde de ekonomik bazı soru işaretleriyle karşı karşıyayız: Teşvikler ne olacak? Tekrar edelim ki bu bir tekel. Söylediğimiz gibi tekelin dayatıldığı bir müşteri tabanından normalde alacaklarından daha yüksek fiyatlar talep edecekler ve daha düşük kalite sunacaklar onlara. Hatta arada sırada gücün kötüye kullanılması söz konusu olabilecek. Tüm bu sorunlardan kaçınılsa bile ve tüm aziz gibi iyi insanları hükümete soksan bile yasal hizmetleri sağlama biçimlerinin, sunulan yasal hizmetlerin belirli karışımının, bunu yapma biçimlerinin gerçekten en iyisi olduğunu nasıl bilecekleri sorunu mevcut. Sadece neyin işe yarayacağını anlamaya çalışacaklar. Rekabet olmadığı için yaptıkları şeyin yapabilecekleri en başarılı şey olup olmadığını bilmenin pek bir yolu olmayacak.

Dolayısıyla bu düşüncelerin amacı ispat yükünü rakibin sırtına yüklemektir. O halde hukuk hizmetlerinde rekabetin olmamasını isteyen kişinin eleştirmesi gereken şey budur.

LIBERTER ANARŞIZME GETIRILEN ON ELEŞTIRI

(1) Hükümet Bize Dayatılmış Bir Tekel Değildir

İlki ara ara gündeme gelen bir eleştiri, anarşizm için ahlaki argümana bir eleştiri olduğundan anarşizme doğrudan bir eleştiri değildir: baksana, devlet gerçekten de cebri bir tekel değil. İnsanlar buna rıza göstermemiş gibi görünmüyor çünkü insanların mevcut sisteme tabi tutulmaya rızalarının olduğunu söyleyen bir anlayış var- belirli bir bölgenin sınırları içinde yaşayarak, hükümetin sunduğu faydaları kabul ederek vb. aslında rıza gösterdiler. Tıpkı bir restorana girip oturup “Bir biftek alacağım” derseniz, bunun için ödeme yapmayı kabul ettiğinizi açıkça belirtmek zorunda değilsiniz; bu arkaplanda anlaşılmıştır. Restoranda oturup bifteği isteyerek, bunun bedelini ödemeyi kabul etmiş olursunuz. Aynı şekilde, bu eyaletin topraklarında oturuyorsanız da aynı argüman geçerlidir ve polis korumasının faydalarını veya başka bir şeyi kabul ediyorsanız, o zaman bunun gerekliliklerine uymayı zımnen kabul etmiş olursunuz. Şimdi, bu argüman işe yarıyor olsa bile bunun en iyi çalışan sistem olup olmadığı konusundaki pragmatik soruyu çözümleyemediğine dikkat edin.

Ama bence bu argümanda belirsiz olan bir şey var. Bir başkasının mülküne girersem, söz konusu mülkün üzerinde var olduğum sürece mülk sahiplerinin dediklerini yapmam gerektiği gibi bir beklenti varmış gibi göründüğü doğru tabii. Onların kurallarına uymalıyım. Kurallarına uymak istemiyorsam, mülkü terk etmeliyim. Bu yüzden seni evime davet ediyorum ve içeri girdiğinde “Komik bir şapka takmalısın” diyorum. Sen de “Neler oluyor?” diyorsun. Ben de “Benim evimde işler böyle yürüyor. Herkes komik şapkayı takmalı. Benim kurallarım bunlar. ” Sen bu noktada “Şapkayı takmayacağım ama yine de kalıyorum” diyemezsin. Bunlar benim kurallarım- aptalca kurallar olabilir, ama bunu yapabilirim.

Şimdi varsayalım ki evde yemek yiyorsunuz ve ben sizin yan komşunuzum ve gelip kapınızı

çaldım. Kapıyı açıyorsun, ben içeri giriyorum ve “Komik şapkayı takmalısın” diyorum. Sen de

“Niye ya?” diyorsun, ben de “Yan tarafıma taşındınız, değil mi? Bunu yaparak, bir nevi kurallarımı kabul ettiniz. ” diyorum. Sen de diyorsun ki “Bekle bir saniye! Bunu ne zaman kabul ettim ben? ”

Sanırım bu iddiayı öne süren kişi, hükümetin bu topraklar üzerinde bir meşru yargı yetkisine sahip olduğunu önden varsayıyor. Ve sonra diyorlar ki peki şimdi, bölgede varlığını sürdüren herhangi biri bu nedenle geçerli kuralları kabul ediyor. Ancak kanıtlamaya çalıştıkları şeyin, yani bölge üzerindeki bu yargı yetkisinin meşru olduğu hâlen bir varsayım. Meşru değilse, hükümet bu geniş coğrafyada yaşayan bir grup insandan ibarettir. Ama mülküm var ve bununla ne yapacağımı tam olarak bilmiyorum, ama burada mülkümdeyim ve mülkümün sahibi olanlar onlar değiller- ya da bana sahiplerin kendileri olduğuna dair bir argüman sunmadılar- ve yani, “bu ülkede” yaşıyor olmam, onların belirli iddiaları olan belirli bir coğrafi bölgede yaşadığım anlamına geliyor- ama soru, bu iddiaların meşru olup olmadığı. Meşruluğu varsayarak kanıtlamış olmazsınız.

Örtük sosyal sözleşme argümanlarının sorunlarından bir başkası da sözleşmenin ne olduğunun net olmamasıdır. Bir restoranda yemek siparişi verilmesi durumunda, sözleşmenin ne olduğunu hemen hemen herkes bilebilir. Böylece orada örtük bir rıza argümanına yeğin çalışabiliriz. Ama kimse aynı şekilde bir ev satın alabileceğinizi söylemez.

Karmaşık bir olay yaşandığında kimse, “Bir saniye başını salladığına göre anlamış olmalısın” gibi bir iddiada bulunmaz. Sözleşmede gerçekte ne yattığını bulmanız gerekmekte; neyi kabul ediyorsun? Olay sözleşmenin detaylarını kimsenin bilip bilmemesi değil. Sözleşme en başta o kadar ikna edici değil.

Pekâlâ kabul ediyorum, bahsedeceğim argümanların çoğu pragmatik ya da hem ahlaki hem pragmatik olacak.

(2) Hobbes: Devlet, İşbirliği için Zorunludur

Muhtemelen anarşiye karşı en ünlü argüman Hobbes’tur. Hobbes’un argümanı şudur: bak, insan işbirliği, sosyal işbirliği, arka planda bir hukuk yapısı gerektirir. İşbirliği yapmak için birbirimize güvenebilmemizi sağlayacak şey, birbirimizin haklarını ihlal edersek bizi cezalandıracak yasal güçler olduğunun farkında olmamızdır. Haklarınızı ihlal edersem beni cezalandıracaklarını biliyorum, ancak haklarımı ihlal ederseniz sizi de cezalandıracaklar. Bu açıdan sana güvenebilirim çünkü kendi kişisel karakterine güvenmek zorunda değilim. Sadece kanunun gözünü korkutacağına güvenmek zorundayım. Dolayısıyla, sosyal işbirliği, bu yasal çerçevenin devletin gücüyle desteklenmesini zorunlu kılmakta.

Pekâlâ, Hobbes burada aynı anda birkaç şeyi varsayıyor. Birincisi, kanun olmadan sosyal işbirliği olamayacağını varsayıyor. İkincisi, fiziksel güç tarafından uygulanmadıkça herhangi bir yasanın çalışmayacağını varsayıyor. Üçüncüsü, tekelci bir devlet tarafından yapılmadığı sürece, yasanın fiziksel güç tarafından uygulamaya koyulamayacağını varsayıyor.

Ancak tüm bu varsayımlar yanlış. İşbirliğinin, belki hukuk sisteminde olduğu kadar verimli olmasa da kanun olmadan ortaya çıkabileceği ve ortaya çıktığı kesinlikle ortada olan bir gerçek. Robert Ellickson’ın, Komşuların anlaşmazlıkları çözmeyi nasıl başardığını anlattığı Order Without Law adında bir kitabı var. Bir çiftçinin ineğinin başka bir çiftçinin topraklarına girmesi ve bunu bazı karşılıklı geleneksel anlaşmalarla vb. çözmesi durumunda ne olacağı konusunda tüm bu örnekleri sunuyor ve ortada yasal bir çerçeveye dair hiçbir şey yok. Belki bu, karmaşık bir ekonomi için yeterli olmaz ama kesinlikle gerçek bir yasal çerçeve olmadan bir tür işbirliğine sahip olabileceğinizi göstermektedir.

İkincisi, zorla desteklenmeyen bir yasal çerçeveye sahip olabilirsiniz. Bir örnek, Orta Çağ’ın sonlarında Hukuk Taciri olabilir: boykot tehditleriyle desteklenen bir ticaret hukuku sistemi. Boykot bir güç eylemi değildir. Ama yine de tüm bu sözleşmeleri yapan tüccarlar var ve sözleşmeye uyulmazsa, mahkeme şöyle çıkış yapıyor: “bu kişi sözleşmeye uymadı; onlarla başka bir sözleşme yapacaksanız bunu da hesaba katın.”

Üçüncüsü, tekel olmayan güçleri kullanan resmi hukuk sistemlerine sahip olabilirsiniz. Hobbes bu olasılığı dikkate almadığından buna karşı gerçekten bir argüman sunmuyor. Ama tarihte örnekleri kesinlikle görebiliyoruz. Örneğin, tek bir yaptırım merkezinin olmadığı orta çağ İzlanda’sı. Hükümet diyebileceğiniz bir şey olsa da hiçbir yürütme kolu yoktu. Polisi yoktu, askeri yoktu, hiçbir şeyi yoktu. Bir çeşit rekabetçi mahkeme sistemi vardı. Ama sonra yaptırım sadece söz konusu kişiye kalmıştı. Ve bununla ilgilenmek için gelişen ayrı sistemler vardı.

(3) Anarşinin Üç “Sıkıntısı

Pekala, daha ilginç argümanlar Locke’dan geliyor. Locke, anarşinin “sıkıntı” olarak adlandırdığı üç şey içerdiğini öne sürüyor.” Bir de “Sıkıntı -Inconvenience”, 17. yüzyıl İngilizcesinde modern İngilizceye kıyasla biraz daha sert kalıyor , ancak yine de biraz daha ılımlı olan “sıkıntı” olarak adlandırdığı nokta, Locke’un sosyal işbirliğinin anarşi altında bir şekilde var olabileceğini düşünmesiydi. Hobbes’tan daha iyimserdi yani. Bir yandan ahlaki sempati, diğer yandan kişisel çıkar temelinde işbirliğinin ortaya çıkabileceğini düşünüyordu.

Ortada üç sorun olduğunu düşünüyordu. Bir sorun, genel olarak tanınan, üzerinde anlaşmaya varılan ve anlaşılan genel bir hukuk organının olmayacağıydı. İnsanlar doğa hukukunun bazı temel ilkelerini kavrayabilirler. Ancak uygulamaları ve kesin detayları her zaman tartışmalı olacaktı. Liberterler bile aynı fikirde değil. Genel konularda hemfikir olabilirler, ama her zaman kendi aramızda ince detayların çeşitli noktalarını tartışıyoruz. Yani barışçıl, işbirlikçi özgürlükçülerden oluşan bir toplumda bile ayrıntılar konusunda anlaşmazlıklar yaşanacak. Bu yüzden de herkesin tanıdığı ve neyi yapıp neyi yapamayacağına güvenebilecekleri genel bir kanun olmadıkça bunların işe yaramayacağı Locke’un ilk argümanıydı. Herkesin vaktinden önce tanıdığı herkes için geçerli olacak evrensel bir hukuk organı var olmalıdır.

İkinci olarak, ortada bir uygulama sorunu var. Bir hükümet yoksa, bir şeyi uygulamak için yeterince birleşik takate sahip olamayacağımızı düşündü. Sadece bir şeyleri kendi başlarına uygulayan bireyleriniz var ve onlar çok zayıflar, yeterince organize değiller, bir haydut çetesi ya da başka bir şey tarafından istila edilebilirler.

Üçüncü olarak Locke, insanların kendi davalarında yargıç olmalarına güvenilemeyeceğini söyledi. Eğer iki kişi bir anlaşmazlık yaşarsa ve onlardan biri, “Eh, doğa yasasının ne olduğunu biliyorum ve bunu size uygulayacağım” diyorsa, insanlar önyargılı olma ve doğa yasasının kendileri lehine en makul pozisyonunu bulma eğilimindedirler. Bu nedenle, insanların kendi davalarında yargıç olmalarına güvenemeyeceğinizi düşündü; bu nedenle, anlaşmazlıklarını bir hakeme sunmaları ahlaki olarak gereklidir. Belki acil durumlarda kendilerini olay yerinde savunabilirler, ancak acil bir öz savunma meselesi olmadığı diğer durumlar için bunu bir hakeme, üçüncü bir tarafa devretmeleri gerekir — ve bu devlettir.

Yani Locke, bunların anarşi altında karşılaşacağımız üç sorun olduğunu ve bunları hükümet altında ya da en azından doğru hükümet altında bulundurmayacağınızı düşünüyor. Ama aslında tam tersi olduğunu düşünüyorum. Anarşinin bu üç sorunu da çözebileceğini ve devletin doğası gereği bunları çözemeyeceğini düşünüyorum.

Öyleyse önce evrensellik ya da insanların vaktinden önce bilip güvenebilecekleri evrensel olarak bilinen bir hukuk organına sahip olma durumunu ele alalım. Şimdi, bu devlet dışı bir sistemde ortaya çıkabilir mi? Aslında, Hukuk Tüccarında tam olarak ortaya çıktı çünkü devletler bunu sağlamıyordu. Hukuk Tüccarının ortaya çıkmasına yardımcı olan şeylerden biri, Avrupa’daki bireysel devletlerin her birinin tüccarları yöneten farklı yasalar kümelerine sahip olmasıdır. Ve Fransa’daki bir mahkeme, İngiltere yasalarına göre İngiltere’de yapılan bir sözleşmeyi onaylamaz ve bunun tersi de geçerlidir. Ve böylece, tüccarların uluslararası ticarete katılma yetenekleri, tüm Avrupa için tek tip bir ticaret hukuku sistemi olmadığı gerçeğiyle engellendi. Tüccarlar bir araya geldiler ve dediler ki “Hadi kendimizinkini oluşturalım. Mahkemeler bu çılgın kuralları belirliyor ve hepsi farklı ve birbirlerinin kararlarına saygı duymayacaklar, bu yüzden onları görmezden geleceğiz ve kendi sistemimizi kuracağız.” Yani bu, tekdüzelik ve öngörülebilirliğin devlet tarafından değil piyasa tarafından üretildiği bir durumdur. Ve bunun neden şaşırtıcı olmadığı da kolaylıkla anlaşılabilir. Müşterilerin ihtiyaç duyduğu şey buysa, tekdüze ve öngörülebilir hale getirmek için özel bir sistem sağlayanların çıkarınadır olan.

Üçgen ATM kartı bulamaman da aynı sebepten. Bildiğim kadarıyla, üçgen bir ATM kartına sahip olamayacağınızı söyleyen bir yasa yok, ancak birileri onları pazarlamaya çalıştıysa, mevcut makinelere sığmayacakları için çok popüler olmazlardı. İnsanların ihtiyaç duyduğu şey çeşitlilik olduğunda, insanların ihtiyaç duyduğu şey farklı insanlar için farklı sistemler olduğunda, pazar bunu sağlar. Ancak tekdüzeliğin daha iyi olduğu bazı şeyler vardır. ATM kartınız sizin için daha değerlidir, eğer herkes aynı türden kullanıyorsa ya da onunla uyumlu bir tür kullanıyorsa gittiğiniz her yerde makineleri kullanabilirsiniz ve bu nedenle, tüccarlar, kar elde etmek istiyorlarsa, tekdüzelik sağlayacaklardır. Dolayısıyla piyasa, hükümetin bizzat yapmadığı şekilde tekdüzelik sağlamak için teşvike sahiptir.

Savunma için örgütlenmek için yeterli güce sahip olmak konusunda- anarşi altında örgütlenememeniz için hiçbir neden yok. Anarşi, her insanın kendi ayakkabılarını yaptığı anlamına gelmez. Hükümetin tüm ayakkabıları sağlamasının alternatifi, her insanın kendi ayakkabılarını yapması değildir. Bu nedenle, aynı şekilde, tüm yasal hizmetleri sağlayan hükümetin alternatifi, her bireyin kendi bağımsız polisi olması gerektiği değildir. Çeşitli şekillerde örgütlenememeleri için hiçbir sebep yok. Aslında, bir saldırgana direnecek yeterli güce sahip olmamaktan endişe ediyorsanız, tekelci bir hükümet, sadece bir haydut çetesinden ya da diğerinden çok daha tehlikeli bir saldırgandır, çünkü tüm bu gücü bütün toplumda tek bir noktada birleştirmiştir.

Ama bence, en ilginci, kendi davanızda yargıç olma argümanı, Locke’un bu argümanında bumerang etkisi var. Çünkü her şeyden önce, bir tekel için iyi bir argüman değildir, çünkü herkesin anlaşmazlıklarını üçüncü bir tarafa sunması gerektiğinden herkesin anlaşmazlıklarını sunduğu üçüncü bir tarafın olması gerektiğinin çıkarılması bir safsata olur. Bu, herkesin en az bir TV şovunu sevdiğinden, herkesin sevdiği en az bir TV şovu olduğunu iddia etmek gibidir. Bir adada üç kişinin olduğunu varsayalım. A ve B uyuşmazlıklarını C’ye, A ve C uyuşmazlıklarını B’ye, B ve C uyuşmazlıklarını A’ya sunabilir. Bu nedenle, insanların uyuşmazlıklarını üçüncü bir tarafa sunmaları gerektiği ilkesini somutlaştırmak için tekele ihtiyacınız yoktur.

Ama dahası, sadece bir hükümete ihtiyacınız olmamasından ibaret değil sonuç, aynı zamanda bir hükümet tam da bu ilkeyi karşılamayan şeydir. Çünkü hükümetle bir anlaşmazlığınız varsa, hükümet o anlaşmazlığı üçüncü bir tarafa teslim etmez. Hükümetle bir anlaşmazlığınız varsa, bir devlet mahkemesinde çözülür (şanslıysanız- şanssızsanız, daha sert hükümetlerden birinde yaşıyorsanız farklı yerlere de gidebilir). Şimdi, elbette, hükümetin kendisinin bölünmüş olması, kontroller ve dengeler ve benzeri olması daha iyi. Bu biraz daha iyi, üçüncü şahıslara daha yakın ama yine de hepsi aynı sistemin parçası olmayı sürdürmektedir; yargıçlara vergi parası vb. ile ödeme yapılır. Dolayısıyla, farklı türde hükümetler arasında bu ilkeye daha iyi ve daha kötü yaklaşımlara sahip olamazsınız gibi değil. Yine de tekelci bir sistem doğası gereği bir anlamda kanunsuzdur. Anlaşmazlıklarını hiçbir zaman üçüncü bir şahsa teslim etmez.

(4) Ayn Rand: Özel Güvenlik Ajansları Birbirleriyle Dalaşacaklar

Muhtemelen liberter anarşiye karşı sunulan en popüler argüman şudur: peki (ve bu Ayn Rand’ın ünlü argümanıdır) haklarımı ihlal ettiğinizi düşünüyorum ve siz de bunu yapmadığınızı düşünüyorsanız, ben koruma ajansımı ararım, siz koruma ajansınızı ararsınız – neden birbirleriyle savaşmasınlar? Savaşmayacaklarının garantisi nedir? Tabii ki cevap şudur: Pekâlâ, hiçbir şey savaşmayacaklarını garanti edemez. İnsan özgür iradeye sahiptir. Her türlü çılgınlığı yapabilirler. Savaşa gidebilirler. Aynı şekilde, George Bush yarın nükleer düğmeye basmaya karar verebilir. Her türlü şeyi yapabilirler.

Soru şu: Muhtemel olan nedir? Anlaşmazlıklarını şiddetle çözme olasılığı kimin daha yüksek: hükümet mi yoksa özel güvenlik kurumu mu? Aradaki fark, özel güvenlik kurumlarının savaşa girme kararlarının maliyetlerini kendi üstlenmesi gerektiğidir. Savaşa gitmek pahalıdır. İki koruma kurumu arasında bir tercih yapmanız gerekiyorsa ve biri uyuşmazlıklarını çoğu zaman şiddetle, diğeri ise uyuşmazlıklarını çoğu zaman tahkim yoluyla çözüyorsa. Şimdi, “Ben anlaşmazlıklarını şiddetle çözen birini istiyorum, kulağa çok hoş geliyor!” diye düşünebilirsiniz. Ama sonra aylık primlerinize bakarsınız. Ve bu Viking zihniyetine ne kadar bağlı olduğunuzu gözden geçirirsiniz. Şimdi, Viking zihniyetine o kadar bağlı olabilirsiniz ki bedelini ödemeye hazırsınız; ama yine de gerçek şu ki bu daha pahalı. Pek çok müşteri, “Şiddet için bu kadar fazla ücret talep etmeyen birine gitmek istiyorum” diyecektir. Oysa hükümetlerde vatandaşlar tutsak edilmiştir bu yüzden bir yere gidemezler. Ve böylece, hükümetler savaşa gitme maliyetlerini özel ajanslardan çok daha etkili bir şekilde dışsallaştırabilirler.

(5) Robert Bidinotto: Anlaşmazlıkların Nihai Bir Hakemi Olmaması

Bu konu, anarşiye karşı bir dizi makale yazan bir Randian olan Robert Bidinotto’da karşılaştığımız yaygın bir eleştiridir (o ve ben bu konuda internette bir tür tartışma yürüttük)- onun anarşiye yönelik başlıca eleştirisi şudur: anarşide, anlaşmazlıklarda nihai hakem yoktur. Hükümet altında, bir noktada bir nihai hakem ortaya çıkar ve anlaşmazlığı şu ya da bu şekilde çözer. Eh, anarşi altında, işleri bir kerede ve herkes için halletme hakkına sahip tek bir kurum olmadığı için, nihai bir hakem de yoktur ve bu nedenle, bir anlamda, anlaşmazlıklar asla bitmez, asla çözülmezler, her zaman açık uçlu kalırlar.

Peki bunun cevabı nedir? Bence burada nihai hakem kavramında bir belirsizlik var. “Nihai hakem” derken, benim Platoncu anlamda adlandırdığım anlamda son hakemi kastetmiş olabilirsiniz. Yani, anlaşmazlığın sonsuza kadar çözülmesini bir şekilde kesinlikle garanti eden biri veya bir şey veya bir kurum; bu kesinlikle çözünürlüğü garanti eder. Veya bunun yerine, “nihai hakem” ile basitçe, çoğu zaman bu sorunların çözülmesini az çok güvenilir bir şekilde garanti eden bir kişi veya süreç veya kurum veya bir şey veya başka bir şeyi kastedebilirsiniz.

Şimdi, Platoncu anlamda bir nihai hakemin mutlak garantisinin olduğu doğrudur- bu anlamda anarşi bir garanti sağlamaz. Ama başka bir sistem de yok. Bidinotto’nun tercih ettiği türden bir minarşist anayasal cumhuriyeti ele alalım. Bu sistem altında, anlaşmazlık sürecini sonsuza dek sona erdirmeyi kesinlikle garanti eden nihai bir hakem var mı? Sizi dava ediyorum ya da dava edildim ya da bir şeyle suçlandım, her neyse- bir tür mahkeme davasındayım. Kaybettim. Itiraz ediyorum. Bunu Yargıtay’a temyiz ediyorum. Bana karşı geliyorlar. Yasaları benim lehime değiştirmesi için Kongre’ye lobi yapıyorum. Yapmıyorlar. O zaman Anayasa Değişikliği için bir hareket başlatmaya çalışıyorum. Bu başarısız oldu, bu yüzden Kongre’de buna oy verecek yeni insanlara oy vermeleri için insanları bir araya getirmeye çalışıyorum. Bir anlamda sonsuza kadar devam edebilir. Tartışma bitmedi.

Ancak, aslında, çoğu zaman çoğu yasal anlaşmazlık sonunda sona erer. Birisi savaşmaya devam etmeyi çok maliyetli bulur. Aynı şekilde, anarşi altında- elbette, çatışmanın sonsuza kadar sürmeyeceğinin garantisi yok. Çok az şeyin kesin garantisi var. Ancak bu, çalışmasını beklememek için bir neden de değil.

(6) Mülkiyet Hukuku Piyasadan Sağlanılamaz

Randianlılar tarafından da sıklıkla kullanılan bir başka popüler argüman, piyasa mübadelelerinin bir mülkiyet hukuku arka planı varsaydığıdır. Sahip olduğumuz mülkiyet haklarını bize garanti eden istikrarlı bir mülkiyet hukuku geçmişi olmadıkça, sen ve ben hizmetler karşılığında mal veya hizmetler için para ya da her neyse değiş tokuş yapamayız. Ve piyasa, işleyebilmek için arka planda mevcut olan mülkiyet hukukunu varsaydığından, bu nedenle, mülkiyet hukukunun kendisi piyasanın ürünü olamaz. Mülkiyet yasası ortaya çıkmalı- gerçekten de yanılmaz bir robottan ya da başka bir şeyden çıkması gerektiğini düşünüyor olmalılar- ama tam olarak neyden çıktığını bilmiyorum, bir şekilde piyasadan çıkamıyor diyorlar işte.

Ama buradaki düşünceleri biraz şöyle: İlk olarak, bir mülkiyet yasası var ve her şey yerine getirildi ve hiçbir piyasa işlemi gerçekleşmiyor- herkes tüm yasal yapının yerine oturmasını bekliyor. Ve sonra her şey yerine oturuyor- ve şimdi nihayet ticarete başlayabiliriz. İşleyen bir hukuk sistemi olmadan işleyen piyasalara sahip olamayacağınız kesinlikle doğrudur; bu doğru. Ancak, sanki ilk önce hukuk sistemi kuruluyor ve sonra son gün hukuk sistemini bir araya getirmeyi bitiriyorlar- sonra insanlar ticarete başlıyorlar. Bu şeyler birlikte ortaya çıkıyor. Hukuki kurumlar ve ekonomik ticaret, tek ve aynı yerde, aynı zamanda birlikte ortaya çıkar. Hukuk sistemi, sınırladığı faaliyetten bağımsız bir şey değildir. Ne de olsa hukuk sistemi bir robot, bir tanrı ya da bizden ayrı bir şey değildir. Bir hukuk sisteminin varlığı, ona itaat eden insanlardan oluşur. Herkes hukuk sistemini görmezden gelseydi, hiçbir gücü olmazdı. Bu yüzden, sadece insanlar genellikle onunla birlikte olduğu için hayatta kalıyor. Hukuk sistemi de gönüllü desteğe bağlıdır.

Bence pek çok insanın anarşiden korkmasının bir nedeni, yönetim altında verilen ama sanki anarşide ellerinden alınan garantilerin olduğunu düşünmeleridir. Her nasılsa, anarşi altında her zaman geri dönebileceğimiz ama ortadan kalktığına inanılan bir durum var. Ancak sağlam geçmiş, sahip oldukları teşviklerle etkileşime giren insanların ürünüdür. Aynı şekilde, anarşistler, anarşi altındaki insanların muhtemelen şunu veya bunu yapmaya teşvik edeceklerini söylediğinde insanlar şöyle karşılar “Eh, bu yeterince iyi değil! Sadece, muhtemelen bunu yapmak için teşvike sahip olmalarını değil, hükümetin bunu yapacaklarını kesinlikle garanti etmesini istiyorum!”

Ama hükümeti oluşturanlar da insanlardan ibaret. Ve o hükümetin anayasal yapısının ne olduğuna bağlı olarak, muhtemelen şunu veya bunu yapacaklardır. Hükümetteki insanların herhangi bir şekilde davranmasını garanti edecek bir anayasa tasarlayamazsınız. Bunu, şunu yapma olasılıkları daha yüksek veya bunu yapma olasılıkları daha düşük olacak şekilde yapılandırabilirsiniz. Ve anarşiyi, kontroller ve dengeler sisteminin daha geniş bir düzeyde incelenmesi olarak görebilirsiniz

Örneğin, insanlar, “Farklı kurumların sorunları herhangi bir şekilde çözeceğinin garantisi nedir?” derler. ABD Anayasası, hükümetin farklı şubelerinin sorunların nasıl çözüleceği konusunda anlaşamaması durumunda ne olacağı hakkında hiçbir şey söylemiyor. Yüksek Mahkeme bir şeyin anayasaya aykırı olduğunu düşünürse ne olacağını söylemiyor, ancak Kongre öyle olmadığını düşünüyor ve devam edip yine de yapmak istiyor. Eyaletler ve federal hükümet arasında bir anlaşmazlık olursa ne olacağını söylemiyor. Yüksek Mahkemenin anayasaya aykırı bir şey ilan ettiğinde, Kongre ve Başkanın artık bunu yapmaya çalışmadığı (veya en azından o kadar fazla değil) mevcut sistem- bu her zaman mevcut değildi. Mahkeme, Andrew Jackson’ın yaptığı şeyi anayasaya aykırı ilan ettiğinde, Başkan olduğu zaman, “Eh, kararlarını verdiler, bırakın uygulasınlar” dediğini hatırlayın. Anayasa, Jackson’ın yaptığının doğru yol olup olmadığını söylemiyor. Şimdi bunu yapma şeklimiz, gelenek yoluyla ortaya çıkan yoldur. Belki ondan yanasın, belki karşısın- her ne ise, asla kanunla düzenlenmedi.

(7) Organize Suçlar Ortalığı Kasıp Kavuracak

Bir eleştiri de bu, anarşi altında organize suçun her yerde olacağına ilişkin şey. Olabilir. Ama olası mı? Organize suç, gücünü, uyuşturucu ve fuhuş gibi yasadışı olan şeylerde uzmanlaşmasından alır. Alkolün yasak olduğu yıllarda organize suçlar alkol ticaretinde uzmanlaşmıştır. Günümüzde ise alkol ticaretinde öyle bir yerleri yok. Dolayısıyla organize suçun gücü büyük ölçüde hükümetin gücüne bağlıdır. Devletin faaliyetleri üzerinde bir tür parazittir. Devletler bir şeyleri yasaklayarak karaborsa yaratır. Karaborsa, içinde bulunulması tehlikeli şeylerdir çünkü hem hükümet hem de karaborsa alanına giren diğer tehlikeli insanlar hakkında endişelenmeniz gerekir. Organize suçlar bu konuda uzmanlaşmıştır. Yani organize suç, liberter bir sistemde daha güçlü değil, daha zayıf olurdu.

(8) Zenginler Bize Hükmedecek

Bir başka endişe de zenginlerin sistemi yöneteceği noktasıdır. Sonuçta, bu durumda hukuk hizmetlerini ekonomik bir mal haline getirirseniz adalet en yüksek fiyatı verene gitmez mi? Bu genel bir eleştiri. İlginç bir şekilde, bu, birdenbire yoksul kitleler hakkında çok endişelenmeye başlayan Randianlar arasında yaygın bir eleştiridir. Fakat hangi sistemde zenginler daha güçlü? Mevcut sistemde mi yoksa anarşide mi? Elbette, zenginseniz her zaman bir tür avantajınız olur. Zengin olmak iyidir. Zenginseniz insanlara rüşvet vermek için daha çok şansınız var; bu doğru. Ancak mevcut sistemde zenginlerin gücü büyütülüyor. Diyelim ki ben kötü bir zenginim ve hükümete bir milyon dolara mal olan bir şey yaptırmak istiyorum. Bunu yapmak için bir bürokrata bir milyon dolar rüşvet vermem mi gerekiyor? Hayır, çünkü ondan kendi parasıyla bunu yapmasını istemiyorum. Açıkçası, ondan kendi parasıyla yapmasını istesem, ona bir milyondan az rüşvet vererek bir milyon dolar harcamasını sağlayamazdım. En az bir milyon dolar ve bir sent olmalıydı. Ancak, kişisel olarak kendilerine ait olmayan vergi paralarını kontrol eden ve bu nedenle her istediğini yapamayan bürokrat, bir milyonu cebine atamaz ve eve gidemez (şaşırtıcı bir şekilde buna yaklaşabilmesine rağmen). Tek yapmam gereken ona birkaç bin rüşvet vermek ve akabilinde o bu milyon dolarlık vergi parasını en sevdiğim projeye ya da başka bir şeye yönlendirebiliyor ve böylece rüşvet paramın gücü katlanıyor.

Oysa özel bir koruma kurumunun başkanı olsaydın ve sana bir milyon dolara mal olan bir şey yaptırmaya çalışıyor olsaydım, sana bir milyondan fazla rüşvet vermem gerekirdi. Yani bu sistemde zenginlerin gücü aslında daha azdır. Ve elbette, fakir insanlara karşı milyonerler lehine ayrımcılık yapma ününe sahip herhangi bir mahkeme, muhtemelen milyarderler için milyonerlere karşı ayrımcılık yapma itibarına da sahip olacaktır. Bu yüzden milyonerler her zaman bununla uğraşmak istemezler. Daha zengin insanlarla değil, yalnızca daha fakir insanlarla uğraşırken bunu isterler. İtibar konusu da var tabii.

Yasal hizmetleri karşılayamayan yoksul kurbanlar veya mirasçıları olmadan ölen kurbanlar (yine, Randians kurbanların mirasçısı olmadan ölmesinden çok endişe duymaya başladı bir anda) – fakir kurbanlar söz konusu olduğunda, Orta Çağ İzlanda’sında yapılanları yapabilirsiniz. Hukuk hizmeti satın almak için çok fakirsiniz, ancak yine de biri size zarar verdiyse, o kişiden tazminat talep etme hakkınız vardır. Bu talebi, talebin bir kısmını veya tamamını bir başkasına hukuk karşılığında takaslayabilirsiniz. Aslında bu bir nevi acil durum ücreti bazında bir avukat tutmak gibi. Hak talebinizi uygulayabilecek durumda olan birine satabilirsiniz. Ya da mirasçısız ölürseniz, bir anlamda geride bıraktığınız mallardan biri de tazminat talebinizdir ve bu da homestead edilebilir.

(9) Robert Bidinotto: Kitleler Şeytani Yasalar Talep Edecek

Bidinotto’nun başka bir endişesi- ve bu, zenginlerin sistemi yöneteceği endişesinin bir nevi zıddıdır- şudur: bak, Mises haklı değil mi?, piyasa da tüketici egemenliğinin olduğu ve kitlelerin her istediğini aldığı büyük bir demokrasi değil mi? Konu buzdolapları, arabalar vb. olduğunda bu harika. Ama yasalar olduğunda bu kesinlikle iyi bir şey değil. Çünkü sonuçta kitleler bir avuç cahil, hoşgörüsüz budala ve istedikleri kanunları çıkarırlarsa kim bilir ne korkunç şeyler yapacaklar.

Elbette, Mises türü ekonomik demokrasi ile politik demokrasi arasındaki fark şudur: evet, ne isterlerse elde ederler ama bunun için para ödemek zorunda kalacaklar. Diğer insanlara boktan bir şeyi empoze etme konusunda fanatiklik yapan insanlar varsa, o zaman anarşi özgürlükçü sonuçlar doğurmayabilir.

California’da yaşıyorsanız, sigarayı yasaklama konusunda kesinlikle fanatik olan yeterince insan var ya da belki Alabama’daysanız ve sigara yerine eşcinselliği yasaklamak istiyorlar (ikisi de diğerini yasaklamaz bence) — bu durumda, bu konuda o kadar fanatikler ki yasaklayabilirler gibi düşüneceğiz. Ancak bunun için ödeme yapmak zorunda kalacaklarını unutmayın. Aylık priminizi aldığınızda şunları görürsünüz: işte temel hizmetiniz — sizi agresyona karşı koruyor; Oh, ve sonra burada ayrıca uzatılmış hizmetiniz ve bunun için ek ücret- komşularınızın pencerelerinden bakmadıklarından emin olmak için – ya tütün ya da eşcinsellik ya da endişelendiğiniz her neyse. Şimdi gerçekten fanatik insanlar, “Evet, bunun için fazladan parayı öderim” diyecekler. Ama o kadar da fanatik değillerse, “Eh, tek yapmam gereken bir oylama kabinine girip diğer insanların özgürlüğünü kısıtlayan bu yasalara oy vermekse içeri girerdim, içeri girip oy vermek oldukça kolay.” Ama gerçekten ödemek zorundalarsa- “Hmm tamam en iyisi sadece uzaklaşayım” derler.

(10) Robert Nozick ve Tyler Cowen: Özel Güvenlik Kurumları Bilfiil Devletler Olacaklar

Tamam, son bir husus hakkında konuşmak istiyorum. Bu, başlangıçta Robert Nozick tarafından gündeme getirilen ve o zamandan beri Tyler Cowen tarafından biraz daha derine indirilen bir soru. Nozick şöyle diyor: Diyelim ki anarşiye ulaştık. Şu üç şeyden biri olacak. Ya kurumlar savaşacak- ve savaşırlarsa ne olacağına dair iki farklı senaryo veriyor, tabii biz buna az önce cevap verdik bu yüzden üçüncü seçenek hakkında konuşacağım. Ya savaşmazlarsa? Sonra diyor ki bunun yerine karşılıklı tahkim sözleşmelerini ve ona benzer şeyleri kabul ederlerse, o zaman temelde her şey bir hükümete dönüşecek. Ve sonra Tyler Cowen bu argümanı daha da ileri götürüyor. Temelde bir tanesinin kartele dönüştüğünü ve kendisini bir nevi hükümete dönüştürmesi diyelim ki bir başka kartelin çıkarına oluyor. Ve ortaya çıkan herhangi bir yeni kurumu boykot edebilirler böylece.

Tıpkı herkesin makineleri ile uyumlu yeni bir ATM kartı üretmenizin sizin menfaatinizde olması gibi. Yani yepyeni bir güvenlik kurumu kurarsanız, mevcut olanların sahip olduğu bu sözleşmeler ve tahkim sisteminin bir parçası olmanız sizin yararınıza olacaktır. Tüketiciler, bu diğer ajanslarla bir anlaşmazlığa düşerseniz ne olacağı konusunda herhangi bir garantiniz olmadığını öğrenirlerse size başvurmayacaklar. Ve böylece, bu ilk kartel herkesi bu şekilde kontrol edebilecek.

Peki bu gerçek olabilir mi? Emin. Tabii ki her türlü şey olabilir. Ülkenin yarısı yarın intihar edebilir. Ancak, bu olası mı? Bu kartelin gücünü bu şekilde kötüye kullanma ihtimali var mı? Sorun, kartellerin tüm olağan nedenlerle istikrarsız olmasıdır. Bu, bir kartelin başarılı olmasının imkânsız olduğu anlamına gelmez. Sonuçta insanların özgür iradesi var. Ancak bu olası değildir çünkü sizi karteli oluşturmaya yönlendiren teşvikler aynı zamanda onu aldatmaya da yol açar- çünkü kartelin içine girdikten sonra kartelin haberi dışında anlaşmalar yapmak her zaman herkesin çıkarınadır.

Bryan Caplan, kendi kendini ilerleten boykotlar ile kendi kendini ilerletemeyen boykotlar arasında bir çizgi çekiyor. Kendi kendini ilerleten boykotlar, örneğin iş ortaklarını aldatan insanlarla iş yapmaya karşı bir boykot olduğu için boykotun oldukça istikrarlı olduğu boykotlardır. Şimdi, iş ortaklarını aldatan insanlarla iş yapmaktan kaçınmak için ahlaki bir kararlılığa sahip olmak zorunda değilsiniz. Bu insanlarla iş yapmamak için tamamen çıkarcı bir nedenin var.

Ancak dinini ya da onun gibi bir şeyi sevmediğiniz veya yanlış güvenlik kurumunun üyesi olduğu için biriyle iş yapmama taahhüdünü düşünün şimdi, güvenlik ajansınızın uğraşmamanızı söylediği biriyle- Boykot işe yarayabilir. Belki karteldeki yeterli sayıda insan (ve belki de herkes) karteli desteklemeye o kadar bağlıdır ki o kişiyle ilgilenmeyeceklerdir. Mümkün mü? Evet. Ancak, karteli kendi ekonomik çıkarları için oluşturduklarını varsayarsak, o zaman ekonomik çıkar, tam da baltalamaya yol açan şeydir çünkü kişiyle uğraşmak onların çıkarınadır, tıpkı karşılıklı yarar sağlayan ticaret yapmak her zaman sizin çıkarınıza olduğu gibi.

SORU-CEVAP BÖLÜMÜ

Tamam şimdi bunlar bazı eleştiriler ve benim onlara verdiğim cevaplardı, sorularınızı alayım.

S1: Anarşizmle ilgili temel endişem şudur: neden hükümeti sadece başka bir iş bölümü olarak görmüyorsunuz? Çünkü bazı insanlar diğerlerine göre daha iyi olabilir veya başkalarını yönetmeye daha uygun doğal yeteneklere sahip olabilir. Anarşinin işe yaramayacağını söylemiyorum, sadece ampirik kanıtlardan yola çıkarak, dünyadaki sanayileşmiş bölgelerin hiçbirinin anarşi içinde olmadığı ya da uzun süredir anarşi içinde olmadığı gerçeği, belki de şu konuda bir şeyleri ortaya koyuyor: mevcut durumda karmaşık insan toplumlarının istikrarı veya yaşayabilirliği. Ayrıca, daha önce söylediklerime dönersek, yöneten ile yönetilen arasındaki ilişkiyi başka bir ortak işbölümü olarak tasavvur edebilirsiniz. Bazı insanlar, insanları diğerlerinden daha iyi organize edebilmeye yarayan liderlik vasıflarına sahiptir. Bazı insanlar ise bundan yoksundur.

RL: İşbölümü konusunda söyleyeceğim, işbölümünün isteğe bağlı olduğu ölçüde – eğer bir şeyde benden daha iyiyseniz ve bu şeyi yaparsınız ben de hizmetlerinizi sizden satın alırım – gönüllü olduğu sürece ortada bir sorun yok ama işbölümünden bahsederken ve bazı insanlar yönetmede diğer insanlardan daha iyiyse – peki, eğer beni yönetmene razı olursam – belki de seni danışmanım olarak işe alıyorum çünkü karar vermede daha iyi olduğunu düşünüyorum. Benden çok, bu yüzden son bir karar veriyorum, bu da sizi danışmanım olarak işe almak ve o andan itibaren dediğinizi yapacağım- bu hükümet değil; sen benim çalışanımsın, çok dindar bir şekilde takip ettiğim bir çalışansın. Ancak hükmetmek, insanları rızaları olmadan yönetmektir. İşbölümünün ilgili herkes için faydalı olması, bir grubun diğerini hizmetlerini kabul etmeye zorladığı durumlarda geçerli görünmüyor.

Ve neden anarşiye sahip herhangi bir sanayileşmiş ülke görmediğimiz sorusuna gelince- elbette, monarşiye sahip herhangi bir sanayileşmiş ülke de görmüyoruz. Ama sanayileşmiş ülkeler de o kadar uzun süredir aramızda değiller. İnsanların her medeni ülkenin (ya da hemen hemen her medeni ülkenin) bir monarşi olduğunu söylediği bir zaman vardı. 17. ve 18. yüzyıllarda insanların şöyle dediğini görürsünüz: Bakın, tüm uygar ülkeler monarşidir; demokrasi asla işlemez. Ve demokrasinin asla işlemeyeceğini söyleyerek, sadece uzun vadede bu çeşitli kötü sonuçların olacağını kastetmiyorlar; sadece birkaç ay içinde tamamen kaosa dönüşeceğini düşündüler. Demokrasi hakkında ne düşünürseniz düşünün, tahmin ettiklerinden daha uygulanabilirdi. Her halükârda tahmin ettiklerinden daha uzun sürebilirdi. Yani işler tıkırındaydı. Her şeyin monarşi olduğu bir zaman vardı. Şimdi hepsi yarı oligarşik demokrasiler. Gece daha yeni başlıyor.

S2: Roderick, burada Mises Enstitüsü’nde yaptığınız harika işleri elbette hepimiz takdir ediyoruz ama Ludwig von Mises bir anarşist değildi. Bu yüzden enstitünüz ve Molinari Enstitüsü hakında bize daha fazla bilgi verip veremeyeceğinizi merak ediyorum.

RL: Mises aslında bir Misesçi bile değildi! [kahkahalar] Şimdi benim kendi düşünce kuruluşum var. Sizinkinden biraz daha küçük. Fiziksel bir boyutu olup olmadığından emin değilim. Birden fazla kişiden oluşur. Yönetim kurulu üç kişidir. Yani, üç kişi artı bir web sitesi. Bir gün Dünya’yı yönetecek- anarşik bir şekilde. Şu anda çoğunlukla yaptığı şey, web sitesine çeşitli liberter ve anarşist klasikler yayınlamak. Bunun bir dalı var- aynı üç kişi artı bir tane daha olan Molinari Derneği. Hayek’in dediği gibi, sosyal gerçekler insanların onlara karşı tutumlarından oluştuğuna göre, ne kadar çok insan onun var olduğunu düşünürse, o kadar çok var olur. Amerikan Felsefe Derneği’ne üye olduğumuz için her şey biraz daha saygı görüyor. Molinari Derneği, aralık ayında Amerikan Felsefe Derneği toplantılarında bir oturuma ev sahipliği yapıyor. Yani aslında Aralık’ta üç kişi artı bir kişi içeren bir Molinari etkinliği olacak. Büyük bir ilerleme bu. Görevi hükümeti devirmektir. Devletten vergiden muaf olma statüsü için başvuruda bulunduk. (Ne kadar aptal olduklarını göreceğiz! Formları gönderirken açıklamayı biraz farklı ifade ettik.)

S3: Piyasa işlemlerinin bir tür yasal altyapı gerektirdiğine yeğin Randian eleştirisi hakkında belirttiğiniz noktayı destekleyecektim. Kara borsaların olduğu gerçeği bunu yalanlıyor. Kokain satıcısıysanız ve aracınız tarafından dolandırılırsanız, kesinlikle mahkemeye gidip “Git onu tutuklayın, bana vermesi gereken kokaini bana vermedi” diyemezsiniz…

RL: Kesin bunu birisi denemiştir..

S3: …Şimdi, elbette, bu çok kolay bir şekilde şiddete yol açabilir, ancak aktif olarak sizi durdurmaya çalışan insanlar olduğunu unutmayın, sadece hakemlik yapmanıza izin vermiyorlar, aktif olarak sizi engelliyorlar.

RL: David Friedman, Mafya’nın temel işlevlerinden birinin suçlular için bir mahkeme sistemi gibi hizmet etmek olduğu argümanını ortaya koyuyor. Tek yaptığı bu değil, ancak Mafya kendi topraklarında ne tür suç olayları olup bittiğiyle ilgileniyor- çünkü payını istiyor, ama aynı zamanda çetelerin kendi içlerinde birbirleriyle çatışmasını da istemiyor. Bir anlaşmazlığınız varsa, biriyle bir tür cezai anlaşma yapmayı kabul ettiniz ve sizi aldattılar ve bu, belirli bir Mafya grubunun yargı yetkisinde oldu, mafya bununla ilgilenecektir. İşbirliği yapmazlarsa, Mafya bir tür mahkeme ve polis gibi davranacaktır. Onlar suçlular için bir çeşit polis.

S4: Koruma şirketlerinin bir haraç düzeni olmasını ne önleyecek?

RL: Peki, diğer koruma şirketleri. Bunu başarırsa, o zaman bir hükümet haline gelir. Ancak bunu yapmaya çalıştığı süre boyunca henüz bir hükümet haline gelmedi, bu yüzden etrafta başka ajanslar olduğunu varsayıyoruz ve bunun olmamasını sağlamak diğer ajansların çıkarına. Bir haraç düzeni olabilir mi? Prensipte, koruma kurumları hükümete dönüşebilir mi? Bazıları için olabilir. Muhtemelen tarihsel olarak bazılarının bunu başardığını düşünüyorum. Ancak soru şu: Bu olası veya kaçınılmaz bir sonuç mu? Sanmıyorum çünkü buna karşı bir kontrol ve denge var. Kontroller ve dengeler, anayasalar altında başarısız olabileceği gibi, anarşide de başarısız olabilir. Ancak buna karşı bir kontrol ve denge var ki, bu şey henüz bu tür bir gücü elde etme şansına sahip olmadan başka koruma kurumlarını çağırma veya başka bir koruma kurumu başlatma olasılığı.

S5: Devletin köklerini en iyi kim açıklar?

RL: Pek çok farklı biçimde karşımıza çıkan devletin kökenine ilişkin popüler bir teori olan on dokuzuncu yüzyıl teorisi var. Herbert Spencer’da, Oppenheimer’da ve onu Comte ve Dunoyer gibi bazı Fransız liberallerinde ve Molinari’de buluyorsunuz- gerçekten Fransız değildi, o Belçikalıydı (“Ben Fransız değilim, ben bir Belgie’yim”!). Teoride- farklı versiyonları vardı, ama hepsi oldukça benzer – olan şuydu: bir grup başka bir grubu fethediyor. Çoğu zaman teori, bir tür avcı-yağmacı grubunun bir tarım grubunu fethetmesiydi.

Molinari’nin versiyonunda olan şey şudur: ilk önce gidip insanları öldürürler ve eşyalarını alırlar. Ve sonra yavaş yavaş şunu anlarlar: belki de beklemeliyiz ve onları öldürmemeliyiz çünkü bir dahaki sefere geri döndüğümüzde daha fazla şey yetiştirmelerini istiyoruz. Bunun yerine, biz gelip onların eşyalarını alacağız ve onları öldürmeyeceğiz ve sonra biraz daha büyüyecekler ve gelecek yıl geri döneceğiz. Ve sonra düşünürler ki eğer tüm eşyalarını alırsak, o zaman onu yetiştirmek için yeterli tohum mısırları olmayacak ya da yetiştirmek için herhangi bir teşvikleri olmayacak- sadece kaçacaklar ya da başka bir şey yapacaklar- bu yüzden biz her şeyi almayacağız. Ve son olarak, şöyle düşünüyorlar: Gidip geri gelmek zorunda değiliz. İçeri girebiliriz. Sonra yavaş yavaş, zamanla, bir yönetici sınıf ve bir yönetilen sınıf elde edersiniz. İlk başta, yönetici sınıf ve yönetilen sınıf, bu farklı kabileler oldukları için etnik olarak farklı olabilir. Ancak zamanla kabileler kendi aralarında evlense ve kompozisyonlarında artık bir fark olmasa bile, yine de aynı yönetici grup ve yönetilen grup yapısına sahip olurlar.

Bu, devletin kökenine veya en azından birçok devletin kökenine ilişkin popüler bir teoriydi.

Sanırım bazı devletlerin veya devlet benzeri şeylerin görebileceğiniz başka bir kökeni de aynı türden bir durumda, ancak işgalcileri savuşturmayı başardıkları durumlarda. İstila edilen gruptaki bazı yerel gruplar şöyle diyor: Savunmada uzmanlaşacağız- geri kalanınızı bu istilacılara karşı savunmada uzmanlaşacağız. Ve başarılı olurlar. İngiltere tarihine bakarsanız, İngiliz monarşisinde olanın bu olduğunu düşünüyorum. Norman fethinden önce, en eski İngiliz hükümdarları, asıl işi ulusal savunma olan savaş liderleriydi. Ülke içinde yapacakları çok az şey vardı. Öncelikle yabancı işgalcilere karşı yönlendirildiler. Ama bu bir tekeldi. (Şimdi soru, bu tekeli nasıl elde ettikleri. Pek emin olduğumu söyleyemem.) Ama bir kez ele geçirdiklerinde, giderek daha fazla iç kontrole de dahil olmaya başladılar.

S6: Peki, Hector, Murray’in Hector hakkındaki hikayesi? Bu hikâyeye ve internettekine çok benziyor, sadece güzel bir hikâye.

RL: Bu Hector hangi hikâye?

S6: Neden terk etmemiz gerektiğine dair ilki, orada kalalım…

RL: Ah, evet.

S6: Murray bu konuda güzel bir iş çıkardı ve tavsiye ederim.

RL: Nerede okuyabilirim?

S6: LewRockwell.com’da.

RL: Oradaki Rothbard makalelerinden biri mi? Peki.

S6: Tezinizi birkaç şekilde desteklemek istedim. Anarşi lehine bir başka argüman, eğer hükümeti gerçekten destekliyorsanız, dünya hükümetini desteklemeniz gerektiğidir, çünkü şu anda hükümetler arasında anarşi var ve eğer hükümet istiyorsanız biz anarşiye sahip olamayız. Çok az insan dünya hükümetinden yanadır ve dünya hükümeti, anarşi karşıtlığı ile bağdaşmaz.

RL: Son bir nihai hakem olmalı.

S6: Müzakerelerle ilgili bir diğer konu. Saat dilimlerinin ortaya çıkma şekli ve demiryolları için standart ölçünün ortaya çıkma şekli, demiryolu şirketleri arasındaki müzakereler yoluyla oldu.

RL: Ve internet. Bunların bir kısmı yasaldır, ancak diğer yönler sadece gelenekseldir.

S6: Bir diğer destek de kartel ile ilgili. Bir zamanlar Ulusal Basketbol Birliği’nin sekiz takımı vardı ve başka kimsenin girmesine izin vermediler, bu yüzden ABA’yı (Amerikan Basketbol Birliği, kırmızı-beyaz-mavi topla) başlattılar. Yani, diğer insanların içeri girmesine izin vermeyen bu kartele sahip olsaydınız, başka bir kartel başlatabilirlerdi.

RL: Onlara ne oldu?

S6: Sonunda birleştiler. Şimdi NBA’de otuz kadar takım var. Ve eğer bu çok azsa, başka bir lig gelebilir.

RL: Buradaki can alıcı nokta, Avusturya rekabet tanımında rakip firmaların sayısı değil, serbest giriş olmasıdır. Bir başkasını başlatmak mümkün olması direkt başlatmakla aynı etkiye sahip olabilir.

S6: Bir kartelin feshedilmesine ek olarak, ilk kartele karşı rekabet eden başka karteller de olabilir.

RL: XFL’nin iyi bir etkisi oldu mu? [kahkahalar]

S6: Bir soru sormak istiyordum. Birini rehberiniz olarak atadığınızı söylediğiniz ilk eleştiriye cevabınızda – bu benim tarafımı tuttuğunuz anlamına mı geliyor –

RL: Hayır.

S6: — ​​devredilebilirlik hakkında mı?

RL: Hayır, hayır. O yüzden patron değil çalışan dedim. Ben devredilemez haklara inanırım.

S6: O bir çalışan ama onu kovamıyor musunuz…

RL: Hayır, onu kovabilirim. O benim danışmanım, onun dediklerini hep yapacağım- ama onu kovma hakkımdan vazgeçmedim.

Anarchy and Democracy
Fighting Fascism
Markets Not Capitalism
The Anatomy of Escape
Organization Theory