Okumak üzere olduğunuz makale, Alex Aragona tarafından kaleme alınmış ’ye çevrilmiştir. 28 Ekim 2020 tarihinde “Against Libertarians Who Want to Shrink the State by Capturing It” başlığı altında yayınlanmıştır.
Kendini liberter olarak tanımlayan pek çok kişi arasında, bir dereceye kadar saygı duysam da yanıltıcı ve tamamen elverişsiz olarak gördüğüm bir düşünce hâkim. Şöyle bir şey:
Bir devletimiz olacaksa, ehvenişer olacak çözüm, yalnızca belirli kesimlerin oy kullanmasını sağlamak olacaktır.
Net vergi mükellefleri bu durumda sarılınan örnek oluyor. Bu senaryoda, özel sektörde gelir elde eden ve bu gelir üzerinden çeşitli yollarla vergi ödeyen, ancak nihayetinde hükümetten ödedikleri vergiden çok daha fazlasını hizmet olarak alanlar oy kullanmaktan diskalifiye edilecektir. Bu da doğal olarak, devlet hazinesi aracılığıyla istihdam edilen hiç kimsenin (devletin bürokratları, ordu vb.) oy kullanma yetkisine sahip olmayacağı anlamına gelir.
Bazıları bu görüşe devletin sırtından geçinenlere duydukları nefretten ulaşsa da diğerleri bu fikri daha düşünceli bir şekilde gerekçelendirebiliyor. Bu pozisyon için en kaliteli argümanlardan bile kurtulduğunu gördüğünüz ana konu- ve benim biraz sempati ve nihai hedef olarak kendimle ortak bir zemin bulabildiğim- bunun nihayetinde devletin küçültülmesine (ve belki de sonunda ortadan kaldırılmasına) hizmet edeceğini söylüyor. Devlet sektörlerindeki işlere ne kadar az insan katılır ve karışırsa durum o kadar iyidir ve henüz sıfıra ulaşmamış olsak bile doğru yolda olunduğunu gösterir.
‘Sadece Net Vergi Ödeyenler Oy Kullanır’ senaryosunun bir bonusu, doymak bilmez siyasetçiler ve hükümet genişlemesinin onaylanma olasılığının azalması olacaktır. Çünkü daha kendi kendine yetebilen, sorumlu ve hükümet karşıtı bir kalabalık ortaya çıkacaktır (böyle olduğu iddia ediliyor.)
Tüm bunlar yüzeysel olarak bazılarına hoş gelebilir, özellikle de bir Tweette ya da Facebook’ta devletin küçültülmesiyle ilgili insana iyi hissettiren bir şey olduğunda, ancak bu tür reçeteler hakkında daha ciddi düşünme görevini üstlenen ben ve diğerleri, bu tür bir politikayı destekleyen hemen hemen herkesten ayrılmalıdır.
Yeni başlayanlar için, ortak bir liberter pozisyonu hızlıca gözden geçirelim. * Pek çok liberter, devletin- ya sadece var olarak ya da mevcut işleyiş yöntemleriyle- meşrulaştırılamayacağını düşünmektedir. Devletin beni taciz etsinler diye evime ciddi ciddi polislerini gönderdiğinde yalnızca bir tür şiddet uygulamış ya da bir kereliğine haklarımı ihlal etmiş olmadığı söyleniyor (doğru bir şekilde.) Devlet, güç tekelini eline alıyor ve bu tekelden vergi rejimi ve yasalarını oluşturmak için yararlanıyor. Bununla beraber yaşamaktan başka şansım da yok, yani devlet temel yapıları ile benim rızamı ve özerkliğimi ihlal ediyor. Bu ve diğer açılardan bakınca, liberterler genellikle devletin direkt olarak onun altında yaşayan herkesin hak ve özgürlüklerini ihlal ettiğini varsayarlar.
Birçok liberter, devlet gücünün kollarının, diğer gruplardan veya nüfusun geri kalanından daha fazla güç ve etkiye sahip olan belirli ayrıcalıklı gruplar (örneğin seçkin bir siyasi sınıf) tarafından ele geçirilmeye meyilli olduğunu ve bunun da genelde halk üzerinde kullanıldığını belirterek (yine haklı olarak) yukarıdaki noktayı destekler. Bu noktalar, bugünün hükümetlerinin, genel iradeye veya iyiliğe hizmet eden insanlar için var olduğu fikrinin pratikte bir aldatmacadan ibaret olduğunu gözler önüne seriyor.
Öte yandan, demokrasi yanlıları, her bireyin bir oya sahip olmasının, gücün düzen üzerinde eşit olarak dağıldığı anlamına geleceğini belirterek buna karşı çıkıyor- adaletsizlik mekanizmaları üzerindeki kaldıraç ve etki miktarı eşittir. Tabii ki, liberterler gerçeğin böyle olmadığını söylüyor: Gerçek hayatta gözlemlediğimiz durum, hiç etkisi de olmayandan devleti tamamen etkileyebilecek kadar büyük güce sahip çeşitli gruplar ve insanlardır- bazılarının kâğıt üzerinde sadece bir oyu vardır; diğerleri başkanı etkileyecek güce ve pozisyonlara sahiptir.
Durum bu olduğu için, bazı liberterlerin aynı anda hem demokratik adaletsizliği anladıklarını iddia ederken hem de tercih ettikleri hedeflerin, bu kurumlar üzerinde bir tür söz veya etkiyi mümkün kılan araçlardan (oy kullanmak) birinden dışlanmasını talep etmeleri oldukça şaşırtıcı görünüyor -Pratikte tam anlamıyla olmasa da en azından prensipte ve kâğıt üzerinde.
Yine birçok kişi, devleti bir noktada etkileyecek güce sahip olan ve iktidarı elinde tutan insanların sayısını azaltarak başlama fikrinin işe yarayacağını yineliyor- ne kadar az devlet ve ne kadar az güç o kadar iyi mantığı. Ancak, tüm hedeflere ulaşmak için izleyeceğimiz bir yön seçmeliyiz ve bu rotadaki yolculuk, bizi bazılarının demokratik süreçler üzerinde bir etkiye sahip olmasınlar diye engellendiği, diğerlerinin daha da yoğunlaşmış ve güçlendirilmiş etkinin faydalarından yararlanmaya bırakıldığı bir gerçeğe getiriyor. Devletin oy hakkını ve siyasi katılımı azaltarak sıfıra yaklaştırılacağının düşünüldüğü bu fantezide, baskıları azalanlara karşı etki paylarını arttıran bir grup insan olacaktır. Çözdüğünü iddia ettiği aynı sorunları daha da kötüleştiren bir yol bu.
Kendini liberter olarak tanımlayan bu kadar çok kişinin bir yandan bu stratejiyi çekici bulması, ancak diğer durumlarda belirli grupların (ipin ucu kendilerine dokunmuyorsa) yaşamları üzerinde kamu işleri yoluyla bir tür orantısız etkiye sahip olunmasının ilke olarak kabul edilemez olduğunu iddia etmeleri çok ilginç. Tabii Amerikan liberterleri, mevcut demokratik sistemin bizi en iyi sonuca götüreceği tozpembe hayallerini gururla göstermeye devam ediyorlar (gerçekte ise tercih ettikleri grupları diğerlerine göre ayrıcalıklı kılmaya devam ediyor), tabii bu da yeni bir görüş veya sadece onlara özgü bir şey değil. Siyaset tarihinde hep kendini göstermiş bir zehir neredeyse -belirli grupların herkesi etkileyen dinamikler ve yapılar üzerindeki etkisini meşrulaştırmaya çalışan teorilerden bahsediyoruz. Tipik bir, ‘Ama BİZ söz sahibi olunca herkes için en iyisi olacak!’ anlayışı.
Belirli gruplar lehine oy vermeyi sınırlamakla (veya hükümet ayrıcalıklarını adaletsiz yollarla yeniden düzenlemekle) en çok ilgilenenler, genelde anlaşmanın en kötü tarafında olmazlar. Kendini liberter olarak tanımlayan biri, belirli grupların herkesin haklarını ve özerkliğini etkileyen dinamikler ve yapılar üzerinde söz sahibi olmasının kabul edilebilir olduğuna inanıyor ve diğerlerinin (çeşitli nedenlerle) aynı ayrıcalığa sahip olmamalarını savunuyorsa- ya kalıcı olarak ya da nihai hedefe giden yolda- görünüşe göre, devletin nasıl küçültüleceğini veya sınırlanacağını ele alan bir tartışmaymış gibi görünen bu şey hiç dikkate değer değil.
Bu noktada, tartışmayı cidden en başa döndürmeli ve bu taktikleri öne süren kişilerin liberal ilkeler temelinden ve herkes için özgürlük inancından gelip gelmediğini test etmeliyiz. Devletin belirli bir grup lehine sınırlandırılması konusunda tavsiyelerde bulunan kişi, önerdiği çözümün gerçekten iddia ettikleri sorunu çözmeye yönelik olup olmadığını veya sadece onların tasvip ettikleri ya da parçası oldukları belirli grupların, diğerleri zayıflarken güç kazanmaları gerektiğine bir gerekçe görevi mi gördüğüne karar vermek için durumu yeniden değerlendirmelidir.