Okumak üzere olduğunuz makale, Jordan Jardine tarafından kaleme alınmış. 9 Mart 2022 tarihinde “Muammar Gaddafi’s Green Book: The Good, The Bad, and The Weird” başlığı altında yayınlanmıştır.
Muammer Kaddafi hep tartışmalı bir figürdü ve öyle kalacak. Göçebe bir bedeviden Libya’nın hükümdarlığı seviyesine kadar yükselişi etkileyici olsa da ülkeyi yönetirken yaptığı birçok şey tartışmasız otoriterlik göstergesiydi ve suç teşkil ediyordu. Ancak, Kaddafi ilk başta bir tür kurtarıcı olarak geldi. 1960’ların başında Libya ordusuna katıldı ve daha sonra Kral İdris’i devirmek için yapılan 1969 darbesinin arkasındaki önde gelen isimlerden biri oldu. Monarşinin başarıyla kaldırılmasıyla Kaddafi iktidarı ele geçirdi ve Libya’yı Libya Arap Cumhuriyeti’ne dönüştürdü. Sonunda, Kaddafi siyasi, sosyal ve ekonomik görüşlerini ilk kez 1975’te yayınlanan Yeşil Kitap adlı kısa bir ciltte kâğıda dökmeye karar verdi ve İngilizce versiyonu bir yıl sonra dünya çapında dağıtıldı.
Özet
Bölüm I: Demokrasi Sorununun Çözümü
Yeşil Kitap’ın giriş bölümünde Kaddafi, bildiğimiz şekliyle “demokrasilerin” aslında oldukça otoriter ve anti-demokratik olduğunu iddia ediyor. Parlamenter sistemlerin, iyi niyetli olmakla birlikte, genellikle hizmet etmek için yola çıktıkları insanları yanlış temsil ettiğini belirtiyor. Partizan siyasetin, her zaman, politikacıların, onlara oy veren insanlardan ziyade partinin çıkarlarına hizmet edeceği ile sonuçlanacağını iddia ediyor. Kaddafi, temsili veya parlamenter demokrasinin aksine doğrudan demokrasinin bu sorun için en iyi çare olduğunu savunuyor.
Buna ek olarak, sınıf çatışmasının her zaman en güçlü sınıfın alt sınıflara, özellikle de siyasi yollarla egemen olmasıyla sonuçlanacağını söylüyor, bu nedenle üst sınıfın alt sınıfları her koşulda bastırmaya çalışmasının esasen işe yaramaz olduğunu söylüyor. Çünkü bu alt sınıfları bir nevi yatıştırma eylemi, alt sınıfları mutlu etmek için asla yeterli olmayacak ve her zaman yönetici sınıfın çıkarlarından farklı çıkarları olacak. Kaddafi, doğrudan demokrasi konusundaki özel vizyonunu anlatmaya devam ediyor. Doğrudan demokrasinin “Popüler Konferanslar” ve “Halk Komiteleri” olarak adlandırdığı yöntemlerle gerçekleştirilmesi gerektiğini söylüyor. Temel olarak, “Popüler Konferanslar” iki gruba ayrılan halk tarafından doğrudan seçilen merkezi olmayan seçim organlarıdır: Temel ve Temel Olmayan Popüler Konferanslar. Buna karşılık, Bu Popüler Konferanslar, Halk Komitelerine üye seçer. Demokrasinin “gerçek tanımının” “halkın halk tarafından denetlenmesi (s. 25)” olduğunu düşündüğünü göstermeye devam ediyor.
Ardından, Kaddafi yasalara ve onların kaynaklarının ne olması gerektiğine değiniyor. Yasaların dini veya geleneksel ilkelere dayanması gerektiğini savunuyor ve laik anayasa hukukunun “geçersiz ve mantıksız” olduğunu çünkü “… gerekçesini türetmesi gereken doğal kaynaktan yoksun” olduğunu söylüyor (s. 26). Daha sonra doğrudan demokrasinin, bireyler ve şirketler de dahil olmak üzere herkesin hakkı olması gerektiğini söylediği basın özgürlüğünü artırmada nasıl yardımcı olacağını anlatıyor.
Bölüm II: Ekonomik Sorunun Çözümü
Kaddafi, modern zamanlarda çalışan insanlar için koşulların Sanayi Devrimi’nin başlangıcında olduğundan daha iyi olduğunu kabul ederek başlıyor. Ancak, fazla mesai ücreti, sosyal güvenlik, grev hakkı ve çalışma saatlerinin sınırlandırılması gibi politikaların, ortalama bir çalışanın hayatını katlanılabilir kılmak için yeterince güçlü olamadığını ve her görüşten ve taraftan politikacıların işçileri baskıcılarından kurtarmayı başaramadıklarını söylüyor. Ayrıca kamu sektörü çalışanlarının da özel sektör çalışanlarından daha iyi muamele görmediğini belirtiyor. Keskin bir şekilde, “Ücretliler, onları kiralayan efendilerin kölelerinden başka bir şey değildir. Onlar geçici kölelerdir ve kölelikleri ister bireyler ister devlet olsun, işverenlerden ücret karşılığında çalıştıkları sürece sürer (s. 42).
Ücretlerin ve üretim araçlarının ortak sahipliğinin kaldırılmasını savunuyor. Ayrıca, teknolojik ilerlemenin mal ve hizmetleri üretmek ve sağlamak için gereken işçi sayısını ve saatlerini azaltacağını iddia ediyor. Devamla, “Birinin ihtiyaçları başkaları tarafından kontrol ediliyorsa, o insanın özgürlüğü eksiktir, çünkü ihtiyaç, birbirlerini köleleştirmeye yol açabilir. Ayrıca, sömürü ihtiyaçtan kaynaklanır (s. 46).”
Kaddafi’nin temel “ihtiyaçlara” verdiği örneklerden biri barınmadır. Evrensel bir barınma hakkını savunuyor ve kirayı yalnızca gönüllü olarak verilen bir tazminat şeklinde destekliyor gibi görünüyor. Ayrıca, bir kişinin birden fazla eve sahip olmaması gerektiğini savunuyor. Bir kişinin geliriyle ilgili olarak, Kaddafi bir işçinin kendi emeğinin ürünü üzerinde tam bir geri dönüş alma hakkına sahip olması gerektiğini, bunun ücret ya da bağışlar şeklinde verilmemesi gerektiğini savunuyor. Daha sonra özel ulaşıma karşı toplu taşımayı savunuyor. Son olarak, toprağın temel bir kaynak olduğunu ve bu nedenle özelleştirilmemesi, bir bütün olarak topluluğa ait olması ve kullanıma göre dağıtılması gerektiğini ileri sürer (örneğin, bir çiftçinin bir fabrikada çalışan birinden daha fazla toprağa ihtiyacı olacağı açıktır.)
Kaddafi, kâr amacına karşı olduğunu, sendikalara ve grevlere verdiği desteği dile getirerek ve ücretli emeğin kaldırılmasına desteğini yineleyerek devam ediyor. II. Kısmı, “ev hizmetçilerini” çalıştıran ve sömüren insanlara karşı söverek bitiriyor. Diğer ücretliler gibi, ev işçilerinin de özünde “köleler” olduğunu ve çok kötü muamele gördüklerini söylüyor. Kaddafi, tüm ev işlerinin yalnızca o hanenin üyelerinin sorumluluğunda olması gerektiğini ve bu işi haneyle hiçbir bağlantısı olmayan, düşük ücretli ve kötü muamele görmüş çalışanlara yaptırmanın kabul edilemez olduğunu belirtiyor.
Bölüm III: Üçüncü Evrensel Teorinin Sosyal Temelleri
Yeşil Kitap’ın bu son bölümünde, Kaddafi belirli sosyal meseleler hakkındaki görüşlerini ortaya koyuyor ve Üçüncü Evrensel Teori olarak adlandırdığı genel felsefesinin toplumu yapılandırmanın en iyi yolu olduğunu çünkü bunun ulusal ve kabile ilkelerine dayandığını öne sürüyor. Tarihin özünde uzun bir sınıf mücadeleleri dizisi olduğu şeklindeki Marksist iddiaya, tarihe bir dizi ulusal mücadelenin egemen olduğu çıkarımıyla karşı çıkıyor. Uluslar içinde din ve kültür gibi faktörlere dayalı şiddetli mezhepsel bölünmelerin olduğunu kabul ediyor, ancak hayatta kalma mücadelesinin, varlıkları tehdit edilirse nihayetinde ulusları birleşmeye zorlayacağına inanıyor. Daha sonra ailenin toplumun gerçek temel taşı olduğundan ve kabilelerin ailelerden sadece bir birim daha büyük olduğundan bahseder.
Ek olarak, dünya nüfusu arttıkça birbirimizden ne kadar uzaklaştığımızı tartışıyor. Bir kez daha kabileyi, ihtilaflı grupların tüm yapıyı nasıl parçalayabileceğini göstermek için bir model olarak kullanıyor ve bunun bir bütün olarak dünyada çok daha büyük bir ölçekte gerçekleştiğine inanıyor. Kaddafi’ye göre milliyetçilik yok edilmemeli. Aksine, korunmalı ve kucaklanmalıdır, çünkü ona göre insanları bir araya getirmenin ve çok daha istikrarlı bir sistemde daha uzun süre bir arada tutmanın en etkili yolu budur.
Ardından Kaddafi, kadınlar hakkındaki görüşlerini tartışıyor. Kadın karşıtı ayrımcılığa karşı söverek başlıyor ve erkeklerle kadınlar arasında farklılıklar olduğunu kabul ederken hem erkeklere hem de kadınlara eşit muamele edilmesi gerektiğini iddia ediyor. Hatta erkeklerin kadınlardan daha kolay yaşadıklarını, çünkü hamile kalmadıklarını, adet döngüsü veya düşük yapmadıklarını belirtiyor. Bir çocuğun düzgün bir şekilde yetiştirilebilmesi için annesiyle bağ kurması gerektiği ve hiçbir ebeveynin annelik görevlerini hemşirelere, bebek bakıcılarına veya kreşlere devretmemesi gerektiği gerekçesiyle, esasen bir tür destekli doğum iznini savunmaya devam ediyor. Kadınların kariyer sahibi olmasının veya tuhaf işler yapmasının beklenmemesi gerektiğini savunarak devam ediyor. Kaddafi, kadınların isterlerse çalışması gerektiğine inanıyor, ancak kendilerini buna mecbur hissetmemeliler.
Kaddafi daha sonra azınlıklar ve azınlık haklarıyla ilgili meseleler hakkında kısaca konuşmaya geçiyor. Özetle, devletin azınlıklara yapılan adaletsizlikleri gerçekten düzeltmeye uygun olmadığını öne sürüyor. Azınlık haklarını güya bahşeden devletlerin onları kolayca elinden alabileceğini savunuyor. Kaddafi’ye göre, azınlık hakları sorununun tek çözümü, azınlıkları devlet dışı yollarla (“halk olarak”) yükseltmek ve böylece genellikle devlet tarafından benimsenen “diktatörce” yaklaşımdan kaçınmaktır.
İşsizlik, yoksulluk ve sağlık hizmetlerine ve doğum kontrolüne erişim eksikliği gibi çeşitli engellere rağmen, dünyanın dört bir yanındaki siyahların beyazlara karşı zafer kazanacağını tahmin ederek bunu genişletiyor.
Ardından, Kaddafi, özgürlüğün, zekanın ve yaratıcılığın bastırılmasına yol açtığını ve “kitlelerin zorla aptallaştırılmasını” desteklediğini söylediği merkezi, devlet tarafından yönetilen eğitimi içini boşaltıyor (s. 99). Öğrencilerin, devlet tarafından onlara hayatta hiçbir zaman yardımcı olmayacak sıkıcı, alakasız saçmalıkları öğrenmeye zorlanmak yerine, ilgilerini çeken konuları incelemeyi seçmekte özgür olmaları gerektiğine inanıyor. Ayrıca okullarda hem dini hem de laik derslerin öğretilmesini savunuyor ve bunlardan birinin tamamen atlanmasının bir hata olacağını söylüyor.
Ardından sanat, müzik ve dili tartışır. Kaddafi, insanlık tarihi boyunca tek, birleştirici, evrensel bir dilin olmamasının ciddi bir sorun olduğunu belirtiyor. Ancak sanat, hangi dili konuşursa konuşsun herkes tarafından yorumlanabilir ve anlaşılabilir. Daha sonra, evrensel bir dilin yokluğunun kendi başına bir sorun olmadığını açıklığa kavuşturur, ancak başka bir deyişle, evrensel bir dil yaratılsa bile, bunun asla nesiller boyunca içgüdüsel kullanılmayacağı gerçektir.
Kaddafi, sporu, kitlelerden servet biriktiren zengin bireyler için bir analoji olarak kullanarak (örneğin tribünlerdeki diğer taraftarlara göre oturdukları yer) sonuçlandırıyor ve sporun, tıpkı siyasi iktidar gibi, tüm insanlar için erişilebilir olması gerektiğini savunuyor, sadece birkaç ayrıcalıklı elit için değil. Kendisi gibi Bedevilerin performans sanatlarından çok atletizmle ilgilenme eğiliminde olduklarını çünkü onlara fazla değer verilmediğini söyleyerek kitabı bitiriyor. Kaddafi bu eğilimin değişeceğini umuyor.
İyi Yanı
Kitap- büyük çoğunluğunda- basit, mesajı doğrudan ileten bir dille yazılmıştır, bu da onu, örneğin bazı karmaşık akademik eleştirilerden daha erişilebilir bir eser haline getirir. Bu kesinlikle kitabın güçlü yönlerinden biridir. Kitabın bir diğer özelliği de kısa olması. Yeşil Kitap 100 sayfadan biraz daha uzundur ve bazı “bölümleri” yalnızca tek bir sayfayla sınırlı bir veya iki paragraftan ibarettir. Pek çok insan, özellikle siyasi şahsiyetler çok konuşur ama hiçbir şey anlatmazlar özünde. Kaddafi de bu kitapta az da olsa bunu yapıyor, ancak en önemli noktalarını bile hep kısa, tatlı ve anlaşılır şekilde konuya bağlıyor.
Kitabın temel özelliklerinden de bahsettik, birkaç noktada Kaddafi’ye katılıyorum. Yukarıda gösterildiği gibi, pek çok devlet karşıtı, özgürlükçü yanlısı argümanlar yapar ve hükümet ve işyeri yapılarının ademi merkezileştirilmesi çağrısında bulunuluyor. Bunlar savunulması gereken harika politikalar çünkü insanların hem devlet hem de kurumsal baskıdan uzak bir ortamda mümkün olan en özgür ve en mutlu hayatı yaşamalarına yol açarlar.
Ayrıca, Kaddafi’nin anneleri savunması ve onların çocuklarıyla daha fazla zaman geçirmeleri ve onların geçimini sağlamak için anlamsız işlere daha az zaman ayırmaları gerektiğine dair görüşü takdire şayandır. Sürekli işinize bağlı olduğunuz için o çocuklarla vakit geçiremiyorsanız, çocuklarınızın geçimini sağlamanın hiçbir anlamı yoktur. Bununla bağlantılı olarak, Kaddafi’nin pis işlerini onlar adına yapmaları için yoksul ev hizmetçileri tutan zengin insanları yerden yere vurması da beni çok mutlu etti. Bu hizmetçilerin çoğunun evde, anne babalarıyla olsalar çok memnun olacak çocukları olabilir.
Ek olarak, Kaddafi’nin evrensel barınma hakkı savunuculuğu mükemmeldi. Herkes barınmayı hak eder ve Kaddafi bunu anladı. Aslında bu politikayı Libya’da fiilen uygulamış ve oldukça başarılı olmuştur. Tüm arazilerin topluluğa ait olması ve ihtiyaca göre dağıtılması gerektiği konusunda da onunla aynı fikirdeyim.
Karların ve ücretlerin kaldırılmasını basit, doğrudan savunması, bu politikaları insanlara açıklamak için doğru stratejidir. Bu, sosyalist veya anarşist teoriye aşina olmayan diğer kişilerle daha az karmaşık bir sohbete izin verir. Bazı kavramları aşırı karmaşık hale getirmek bazen sosyalist ve anarşist söylem için bir sorun olabilir, ancak Yeşil Kitap bazı fikirlerimizi açıklarken dikkate alınması gereken makul bir alternatif sunuyor.
Son olarak, Kaddafi’nin siyahilere ve feminizme desteği bugün bize çok önemli görünmeyebilir, ancak bunlar onun zamanında oldukça yeniydi ve 1970’lerin ortalarında dünyanın belirli bölgelerinde “radikal” kavramlar oldukları söylenebilir. Bununla birlikte, Kaddafi, marjinalleştirilmiş topluluklara insan gibi davranılmasını talep ederken kim ne der diye hiç düşünmedi, sadece haklarını savundu. Bu muazzam bir saygıyı hak ediyor.
Kötü Yanı
Yeşil Kitap’ta açıkça devlet karşıtı olan pek çok bölüm olsa da Kaddafi kendisinin veya “halkın” kendilerini devletten nasıl kurtarması gerektiğini hiçbir zaman açıkça göstermez. Devrimci yollarla mı? Pasif direniş? Genel grev? Gerçekten emin değilim çünkü kitaptaki hiçbir şey devletçi bir durumdan devletsiz bir topluma geçiş için tutarlı stratejilere değinmiyor.
Ek olarak, Kaddafi kitapta birkaç kez sosyalizmi desteklediğini dile getirirken, aynı zamanda dev medya kuruluşlarını da destekliyor gibi görünüyor ve diğer tüm kuruluşlar gibi basın özgürlüğü hakları olduğunu söylüyor. Durum böyle olmalı gerçekten de ve hükümet sansürü asla herhangi bir soruna çözüm olarak sunulmamalı, ancak Kaddafi’nin büyük medya kuruluşlarını neden rastgele gündeme getirdiği ve onları etkili bir şekilde savunduğu açık değil, motivasyonunu anlayamıyoruz.
Son olarak, Kaddafi’nin “Üçüncü Evrensel Teorisinin” dayandığı toplum yapısı ve yönetişim bana çok kafa karıştırıcı ve kitabın aşırı karmaşık ve çok iyi düşünülmemiş bir kısmı gibi görünüyor. “Popüler Konferans” fikri tamam, ancak Konferansları iki ayrı gruba ayırmaya ve sonra bu grupların yılda en fazla birkaç kez toplanan anlamsız bir başka grup (“Halk Komitesi”) seçmelerine gerek görmüyorum. Bana göre bu, bir devlet yapısından hiç de farklı olmayan gereksiz yere bürokratik ve hiyerarşik bir yapı oluşturmak gibi geliyor. Kaddafi, bu bürokrasinin nasıl önlenebileceği konusunda sağlam bir argüman ileri sürmüyor. Esasen totolojik bir “bu daha iyi bir yapı çünkü öyle” argümanı yapıyor. Daha iyi değil çünkü yaptığınız tek şey bir bürokrasiyi diğeriyle değiştirmek. Bürokrasi sorununa ek olarak, iş yerlerinin nasıl yapılandırılması gerektiğine dair net bir yön önermemektedir. Yukarıda belirtildiği gibi, ücretli emeğin ortadan kaldırılmasını, emek için mutalist bir tarz ve merkezi olmayan bir işyeri yapısını savunuyor, ancak işyerlerinin işçi konseyleri tarafından mı temsil edilmesi gerektiği veya bir Mondragon olarak mı yapılandırılması gerektiği konusunda hiçbir şey söylemiyor vb.
Tuhaf Yanı
Yeşil Kitap’ta çok keyif verici yerler var. Aynı fikirde olmadığım kısımların çoğu bile ilginç ve okuması tatmin ediciydi. Ne olursa olsun, aşırı şaşırtan birkaç yer vardı. İlk olarak, Bay Kaddafi metin boyunca “doğal hukuk” ve “insan doğasına” birkaç göndermede bulunuyor. Bu beni şok etti, çünkü bu terimler genellikle aşırı muhafazakâr görüşlere sahip insanlar tarafından kullanılıyor, genelde devrimciler tarafından değil. Birinin sosyal olarak muhafazakâr olması ve sosyalist ekonomik görüşlere sahip olması mümkündür, ancak ekonomide devrimci görüşlere sahip insanlar aynı zamanda sosyal konularda da ilerici olma eğilimindedir. Doğaya hitap etmenin mantıksal yanılgılar olduğunu bir yana bırakırsak, Kaddafi’nin siyahileri ve kadınları desteklediğini, ancak bu kitapta her iki grup hakkında da aşağılayıcı ve basmakalıp açıklamalar yaptığını yeniden belirtmek önemlidir. Kaddafi, kadınları anlatırken, okuyuculara kadınların doğaları gereği ve doğal olarak “yumuşak”, erkeklerin ise doğası gereği “güçlü ve gayretli” olduklarına dair güvence veriyor. Toplumun erkekleri nasıl kadınlara, kadınları da erkeklere dönüştürmeye çalıştığı hakkında nutuk atmaya devam ediyor.
Bu iddia, bugün herhangi bir aşırı sağ medya sitesinde kolaylıkla bulunabilir. Ayrıca bu siteler gibi, Kaddafi de belirli cinsiyet rollerinin ve özelliklerinin aslında özgürleştirici olduğunu iddia ediyor. Ama buu gerçekten yanlış yönlendiriliyor. Feminen erkek olmakta veya maskülen kadın olmakta yanlış bir şey yoktur. Translarda bir sorun yoktur. Geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri, artık ciddiye alınmaması gereken eski bir fikirdir.
Son olarak, Kaddafi’nin siyahiler hakkında konuşma şekli oldukça sorunlu. Siyahilerin özgürleşmesini açıkça ve büyük ölçüde destekliyor ve bu asil bir konum, ancak siyahi insanlara karşı tutumu küçümseyici ve ırkçı klişelerin egemenliğinde. Dünyanın dört bir yanındaki siyahi insanların sömürgecilik ve sömürüden kaynaklanan sistemik faktörler tarafından geri tutulduğunu haklı olarak kabul ediyor, ancak aynı zamanda siyahları evlenmek için çok hızlı olmakla, çok fazla çocuk sahibi olmakla ve diğer ırklara kıyasla sıcak yerlerde yaşadıkları için “iş konusunda daha az takıntılı olmakla” suçluyor. Başka bir deyişle, Kaddafi temelde siyahilerin tembel ve cinsel açıdan sevişgen olduğunu ima ediyor; bunlar, karşı olduğunu iddia ettiği sömürgeciler tarafından kullanılan inanılmaz derecede zararlı ve verimsiz klişelerdir.
Genel Değerlendirme
Yeşil Kitap, Muammer Kaddafi’nin kendisi gibi, karmakarışık bir eser. İyi fikirler, kötü fikirler, çelişkiler, mantıksal hatalar, parlak gözlemler, tutarsız çözümler ve somut politika hedefleri, hepsi kitapta mevcut. Genel olarak kitaptan keyif aldım ve anarşistlere ve sosyalistlere tavsiye edebilirim ama kesinlikle Karşılıklı Yardımlaşma, Ekmeğin Fethi veya Mülkiyet Nedir? gibi eserlerin yerini tutamaz. Bu kitaplar da mükemmel değildi, ama kesinlikle daha tutarlıydı ve çoğunlukla daha az küçümseyiciydi ve klişelere daha az dayanıyordu. Kaddafi, Batılı hükümetlerin yarattığı bir öcü değildi ama aynı zamanda kusurları da yok değildi ve Yeşil Kitap bu kusurları herkesin görmesi için sergiliyor. Bununla birlikte, siyasi zekâsı da sergileniyor ve herkesin temel ihtiyaçlarının karşılanmasını ve onurlu bir muamele görmeyi hak ettiğini açıkça anlıyor ve bu takdire şayan.