Okumak üzere olduğunuz makale, Alex Aragona tarafından kaleme alınmış. 25 Ocak 2021 tarihinde “Some Thoughts on Private Censorship, Power, and Control of Speech” başlığı altında yayınlanmıştır.
İfade hakkı söz konusu olduğunda, benimsememiz gereken genel görüş, herhangi bir bireyin ya da özel kurumların, hükümet müdahalesi veya kamuoyuna uymak adına yasal bir zorunluluk gibi etkenler olmaksızın, kendi alanlarında kimlerin bulunabileceğini ve bu alanda neler söylenebileceğini ve neler yapılabileceğini belirleme hakkına sahip olduğudur. Bu aynı zamanda, kendi alanlarından kimi ve neyi çıkarabilecekleri hakkında sınırsız bir güce sahip olmaları gerektiği anlamına gelir. İster kafelerden ister bakkallardan ya da internet sunucularından ya da herhangi bir şeyden bahsedelim, bu böyledir. Kısacası devletin kimseyi kek pişirmeye ya da tweet atmaya zorlamak gibi bir derdi yok.
Bunu belirtmekle beraber, özel platformları, ifadenin herhangi bir şekilde kısıtlandığı bir olayda kendi mülklerinde istediklerini yapabilme haklarının tanınmasının ötesinde bir açıklamaya ihtiyaç duyulmayan bir yer olarak değerlendirmek büyük bir hatadır. Özel bireylerin ya da kuruluşların sahip oldukları şeyi ve bunu kimin kullanabileceğini kontrol etme hakkının lehine olan bu ilke duruşu, insanları platformlarından mahrum etmenin, belli bir grup insanı kendi mülklerinden çıkarmalarının ya da fikirlerini açıklamalarını engellemenin gündelik hayatımızda hissettiğimiz genel devlet sansürü kadar tehlikeli olabileceğinden ayrı bir konudur. Özel sektöre ait tartışma forumlarını yöneten ve düzenleyenler genellikle onlara ana sansür biçimleri ışığında tek taraflı bir seçim yapma yeteneği ve insanların aklını çelerek bu sansürü ilerletmek için sosyal sermaye sağlayan yoğun bir güce sahiptir. Herhangi bir özel sansür örneğinin nihayetinde “iyi” mi yoksa “kötü” mü olduğu her zaman meşru bir soru olmalı ve serbest fikir pazarını genişletebileceği veya daraltabileceği için duruma göre analiz yapılmalıdır.
Hangi makaleler yayınlanıyor, hangi görüşler en çok teşhir ediliyor, bir konuda kimlerin otorite olduğunu düşünüyoruz, hangi grupların megafonlarını (fikirlerini açıkça ifade edebilmek) kullanmaya devam etmelerine izin veriliyor, hangilerinin daha “normal” olduğu kabul ediliyor vb. gibi konular nesnel veya bilimse bir süreçle ya da demokratik bir süreçle kararlaştırılmıyor. Çevrimiçi veya çevrimdışı, nispeten az sayıda platform, yayın- ve bunları yöneten, düzenleyen ve etkileyenler- kimlerin anlamlı teşhir, söylem, tartışmaya erişebileceğinin anahtarlarını direkt kendi elinde tutuyor. Belli bir şekilde, örneğin ana akım haber yayınları ve popüler sosyal medya platformları, hangi fikirlerin, görüşmelerin ve konuşmaların makbul kabul edilebileceği, critical mass’e (yazar burda bir deyim kullandı, bir nükleer zincir reaksiyonunu sürdürmek için gereken minimum malzeme miktarı anlamına gelir, burda gereken kaynağın sağlanması anlamında kullanılmıştır.) sahip olabileceği konusunda bazen en son karar verici olabilirler. Ve bu nedenle, bizi ilgilendiren ilgili platforma kimin bunlara erişebildiği değil, kimlerin erişemediği, neden erişemedikleri ve internette kurumsal bir sansür vakasının kamu söyleminin sağlığına zarar verip vermediğidir.
Birçok kişi, görüşlerine uygun bir platform ya da kendi tartışma zevkleri için bir forum bulamayan herkesin gidip kendi platformlarını inşa edebileceğini söylemek için yarışacaktır. Bununla birlikte, çevrimiçi veya çevrimdışı, kişinin kendi platformunu oluşturmasını söylemek yapmaktan her zaman daha kolaydır -sadece maddi açıdan da değil, belki de daha önemlisi, ana akımla uyumlu olup olmamanın güvenilirliğinize getirebileceği zararlar ve tehditler söz konusu. Bir örnek vermek gerekirse, ana akım sosyal platformlardan sağ görüşe sahip birçok kişinin tasfiyesi, bireysel özgürlüğün birçok güçlü savunucusu tarafından sadece platformların kendi örgütlenme özgürlüklerinin bir sonucu olarak değerlendirilip alkışlandı. Ayrıca sağcı projesi Parler’in ne kadar cansız ve etkisiz olduğu hakkında da birçok kez makara yapıldı. Bu vakanın ayrıntıları ve kimin dahil olduğu gerçekten de birden fazla neden dolayı bir ironi ve mizah kaynağı olsa da diğer birçok şeyin yanı sıra yine de az sayıda şirketin ve özel karar vericilerin ne kadar kontrol sahibi olduğunun bir kanıtıdır (Parler: muhafazakar görüş odaklı bir uygulama idi, en yaygın uygulama mağazalarının hepsinden kaldırılmıştı.) – başka bir deyişle, ana akım kamusal söylemin ana alanlarında kimin hoş karşılanacağına veya kimlerin dışlanacağına karar verme güçleri var. Sonuçta Parler, çoğu kişi tarafından sıra dışı ve gülünç görülüyordu. Bunu kullanan herkese de aynı muamele yapıldı ve güvenilirlikleri kırıldı. Bu insanların kamusal söylemlere ve “fikirler pazarına” içtenlikle katılıp katılmadıkları ya da bu platformu inşa ederek kendi kendilerine konuşacak bir yer mi buldukları artık gerçekten bir soru değil.
Neredeyse herkes birinin kişisel davranış veya tavırları yüzünden özel bir alandan çıkarılma gerekçeleri olabileceği konusunda hemfikirdir – ister açık bir dizi kuralın tekrar tekrar ihlal edilmesi olsun, ister uyarılardan sonra hâlâ devam eden bir eylem olsun vb. gibi. Ve açık olmak gerekirse, birinden herhangi bir nedenle evinizden ayrılmasını istemek, bir şekilde özgür konuşmanın veya açık diyalogun sonu değildir. Bununla birlikte, popüler sosyal etkileşim, örgütlenme ve tartışma için kitlesel forumlar olarak hareket eden özel sektöre ait alanların sadece düzenli veya saygılı bir atmosfer sağlama hakkının ötesinde, aynı zamanda belirli görüşleri aktif olarak filtreleme, belirli siyasileri temizleme hakkı olduğu zaman bu herkesi ilgilendirir. Prensip olarak, bu tür bir regülasyon ve kültürel yönetim, benzer düşüncelere sahip herhangi bir grubun başına gelebilecek bir şey olarak ele alınmalıdır. Fikirleri, görüşleri ve sosyal etkileşimleri yoğun bir gücün kontrol etmesi sorununu ele alabilmek için, platformdan platforma geçen boş kitleler ya da Twitter’dan ırkçılık dolayısıyla banlananlar gibi ceviz kabuğunu doldurmayacak konulara odaklanmamıza gerek yok. Ne de olsa bunlar nihayetinde birer işletmedir. Mantıklı tartışma ve sivil etkileşim ilkeleriyle örtüşmeyen insan önyargıları ve çıkarları her zaman söz konusu olacak ve hangi tartışmaların ya da görüşlerin gün ışığına çıkmasına izin verilip verilmediğini etkileyecektir.
George Orwell’in Hayvan Çiftliği kitabında yayınlanmamış giriş kısmı da benzer endişeleri gündeme getiriyor. Makalenin tamamı, kendi ülkelerinde iktidarın kimin elinde olduğuna ve kamu söyleminin nasıl çalıştığına bakmadan Sovyetler Birliği veya Çin gibi ülkelerde hükümet sansürünü ve fikirlerin baskı altına alınmasını hicvetmeye istekli olanlara sert bir uyarı notu görevi görüyor. O dönemin kamu söyleminin yönlendirici güçlerinin çoğu değilse de önemli bir kısmının kitaplar, makaleler vb. gibi şeylerden oluştuğunu aklımızda tutarsak, Orwell’in bu platformlara sahip olanların nihayetinde fikir filtreleme süreçlerini kontrol ettiğini anladığı açıktır.
Sadece neyin yayınlanıp neyin yayınlanmayacağına karar vermede rol oynamakla kalmaz, aynı zamanda neyin kamusal söyleme girdiğine, kimin onu şekillendirmeye katılmasına izin verildiğine ve kimin saygı ve etki kazanacak şekilde konumlandığına da karar vermede rol oynarlar. Tabii Orwell için “ifade özgürlüğüne ana tehdit” devlet sansürü değildir:
“İngiltere’deki edebi sansürle ilgili uğursuz gerçek, bunun büyük ölçüde gönüllü olmasıdır. Popüler olmayan fikirler susturulabilir ve uygunsuz gerçekler, herhangi bir resmi yasaklamaya gerek kalmadan karanlıkta tutulabilir.
Uzun bir süre yabancı bir ülkede yaşamış herkes, İngiliz basınında bazı haberlerin saklanmasının nedeninin devlet müdahelesi değil, bu haberlerin tatmin edici olmadığı üzerine zımni bir genel kabul olduğunu bilir. İngiliz basını son derece merkezileşmiştir ve çoğu, belirli önemli konularda dürüst olmamak için her türlü nedene sahip olabilen zengin adamlara aittir. Ama aynı örtülü sansür, oyunlarda, filmlerde ve radyoda olduğu kadar kitaplarda da işliyor.
Ortodoksluğun olduğu herhangi bir anda, doğru-düşünceli tüm insanların sorgusuz sualsiz kabul edeceği varsayılan bir fikirler bütünü vardır. Şunu, bunu ya da diğerini söylemek tam olarak yasak değil ama “söylenmesi gerekmiyor” … Hakim ortodoksiye meydan okuyan herkes, şaşırtıcı bir etkiyle susturulduğunu görür. Gerçekten modası geçmiş bir görüş ne popüler basında ne de seçkin dergilerde neredeyse hiçbir zaman adil bir şekilde ele alınmaz.”
Orwell İngiltere’den bahsediyordu ve açıkçası 2021’deki internet gibi basının durumunu ve yeni sosyal paradigmaları özel olarak ele almıyordu, ancak bu nokta şu anki çoğu Batılı toplum için geçerli hâle geliyor: Muhalifleri susturmak, bilgiyi filtrelemek ve kamusal söylemi düzenlemek için kullanılabilecek orantısız, merkezi gücün özellikleri gözler önünde. Bugün, bir makaleyi yayınlamak, bir fikri yaymak vb. için çok daha fazla fırsata sahip olsanız bile ana akımın dışında kalmak, zorunlu olarak marjlara itildiğiniz ve küçük zamanlı faaliyetler haline geldiğiniz anlamına gelir. Gerçekten de bazı şeyleri söylemek “söylenmesi gerekmiyor” durumundaysa veya hüküm süren ortodoksiye karşı çıkıyorsanız – belki sadece özel bir düzenleyicinin bir kararına meydan okuyarak bile – zaten size karşı kullanılacak bir erişim ve güvenilirlik tekeli ile bir savaş içindesiniz.
Açık olmak gerekirse, bir sansür aracı olan özel güce karşı endişeleri dile getirmek, herhangi bir hükümet politikasının uygulanması için bir çağrı olmadığı gibi, belirli bir özel sansür vakasının otomatik olarak daha iyi veya daha kötü olduğunu söylemek de değildir. Bununla birlikte, kamu söyleminin sağlığı ve bu söylemin çerçevesine ilişkin endişeler, haklar veya insanların ne yapıp ne yapamayacakları hakkındaki siyah beyaz ifadelerden daha karmaşıktır. Özel gücün kamu gücüne uyguladığı kontrolleri ve diğer özel güç biçimlerine karşı nasıl denge kurduğunu takdir ederken, yine de tek noktada yoğunlaşmasının getirdiği sorunları kabul edebiliriz. “Fikirler pazarında” özel gücün nasıl çalıştığını ve düşünce, inanç, kanaat ve konuşma özgürlüğünün nasıl kontrol edilip regülasyona uğrayabileceğini anlamalıyız. Tartışma ve sosyalleşme için ana kanalları ve platformları yönetenlerin kamusal söylemi ve daha geniş görüşleri şekillendirmede ne kadar önemli bir rol oynadığını göz ardı etmek akıllıca olmaz. Sağlıklı bir kamu söylemini sürdürmek, farklı görüşlere yer vermeyi ve tartışma genişliğini en üst düzeye çıkarmayı gerektirir. Bazı kişi ve kuruluşların kamusal söylem üzerinde güçlerini kullanma hakkına sahip olmaları, tüm değerli tartışmaların başlangıcı ve sonu olmayacaktır.