Tercüme eden/Translated by: Canberk Aygün
Berlin’in Breitscheidplatz halk meydanında Noel alışverişçilerinin öldürülmesinin ardından, Mises Enstitüsü Başkanı Jeff Deist’in trajikomik makalesi, ‘Açık Sınırlar değil, Pazar Sınırları’ geliyor. Şüphelinin Pakistanlı’dan ziyade Tunuslu olduğu yönündeki bazı düzeltmelerin ardından (Deist için fark etmiyor) onun konuyu Almanlarla İslami yabancılar arasındaki kültürel bir çatışma olarak tanımlaması için sadece 2. cümle yeterli oluyor. Sınırların ortadan kaldırılması talebiyle reddedilme riski yerine Deist, liberterlerin politik doğruluğu bir yana bırakması gerektiğini söylüyor ve klasik bir paleo-liberter görevi olan kozmopolit bireyselci düşüncelerin ulusal sınırların garip ve rastgele pretzel şekillerine dönüştürülmesini üstleniyor.
Deist, Pakistanlılara karşı üstü kapalı ırkçı sözlerden sonra, liberterlerin, göçmenlerin siyasi bir kullan-at değil, insan olduğu gibi ötekileştirici teorileri desteklemeyi durdurmaları çağrısında bulunuyor. Deist, liberterlerin bunun yerine sınır güvenliği perspektifinden özelleştirmeleri satma gibi kolay bir çözümü sahiplenmeleri gerektiğini söylüyor. Ülke sınırları yerine mülk sınırlarının olduğu tamamen özelleştirilen bir toplum, yüksek risk taşıyan göçmenleri devletin halihazırda yaptığından daha etkili bir şekilde caydırabilir. Kesinlikle Schengen Anlaşması’nın nispeten daha özgür hareket etme talebine bağlı olan devletten daha fazla.
Bu argüman pek çok düzeyde tuhaf, ama prakseolojik olanı bunların en az şaşırtıcısı. Gerçekçi düşünürsek Alman devletinin büyük bir iyiliği olmadan, hiç kimse tüm kara sınırı, sahil şeridi, tüm uçak iniş yerleri ya da köprü veya erdemli girişimcilerin ABD-Meksika sınırının altına kazdığı gibi tüneller için potansiyel alanlara sahip olamayacak. Öyle ki, ABD bağlamında, sınıra duvar örme önerileri kamulaştırma tehditleri nedeniyle düzenli olarak güney Teksas’taki toprak sahipleri tarafından sert bir muhalefetle karşı karşıya. Şu kadarını söyleyeyim ki, eğer bu kişiler kendi duvarlarını isterlerse, hiçbir şey onları durduramayacak. Onların neyi tercih ettikleri gayet açık.
Avusturyalı ekonomistler, devlet tarafından zorla uygulanan uyumluluk olmadan kartellerin sürdürülebilirliğine karşı olanlarla aynı kişiler değil mi? Murray Rothbard, ‘İnsan, Ekonomi ve Devlet’te, bu türden kartellerin ilk kurbanlara güçlü kâr teşvikleri sağladığı için doğal olarak güvenilmez olduklarını gösterdi. Bir çeşit mucize olup, Hoppean’ın bağnaz toprak sahipleri bir duvar inşa etmeye kalkışırsa, o zaman onların eşçinsel Müslüman komşularının bir yol inşa etmeleri daha kârlı hale geliyor. Rasyonel bir ekonomik aktör gişelere yatırım yapar. Yani pazar bir yolunu bulur.
Deist, daha sonra, devlete ait arazilerin varlığının, açık sınırları kapatmayı imkansız hale getirip meseleyi karıştırdığını ve tam özelleştirme gerçekleşene kadar “liberterlerin herkesin istediği yere gitme hakkı olduğu konusunda ısrarının safça olduğunu” iddia ediyor. Göçmenler park bankları veya kaldırımlarda uyuyamadığı için bu neredeyse tamamen alakasız. Onlarla ticaret yapmak isteyen insanlardan daire kiralıyorlar. Bu, hükümet yollarının varlığının konuyu daha da karmaşık hale getirmesinden dolayı, kimsenin araba sürmesine izin vermemeyi önermek gibi bir şey.
Deist, “Her politik meselede olduğu gibi, göçle ilgili yerleşik karar verme konusunda tartışmalıyız. Almanlar, herkes gibi, gerçekten kendi kaderlerini kendileri tayin etmek istiyor. Politik birim ne kadar küçük olursa, Mises’in bu gücü her bireye verme konusundaki yaklaşımına da o kadar yakın oluruz. ” diyerek devam ediyor.
Bir devletin boyutu ve ölçeği, onun karakteri hakkında kesin bir şey belirtmez. Komünist Alman Demokratik Cumhuriyeti, Batılı karşıtından ya da ikisinden de sonra gelen modern birleşik Almanya’dan daha küçük bir siyasi birim içeriyordu. Küçük devletler ve topluluklar, daha büyük imparatorluklarda Hayeksi problemler ve bozuk güdüler nedeniyle pek de görülmeyen biçimde engelleyici ve baskıcı olabilir.
Bunun ötesinde, yerel hükümetler, otonom bir bireyin daha büyük versiyonu olan merkezsizleştirilmiş bir devletle birlikte muhtemelen demokratik karakterlerini korurdu. Demokrasi, tüm siyasi sistemler gibi, doğal olarak tekelci ve muhalif azınlıklara karşı da zorlayıcı nitelikte. Doğrudan demokrasi de bu konuda temsilî versiyonundan az değil. Von Mises gibi ekonomistler ve politik kuramcıların ayrıntılı şekilde belirttiği, rant arayışlarının sağlanması gibi bilindik tüm zayıf noktalara sahip. Hoppe gibi birinden alıntı yapıp başarısız olan Tanrı’ya ibadet edemezsiniz.
Ayrıca, Jeff Deist’in, Gestapo’dan az farkla İsviçre’ye ve sonradan Birleşik Devletler’e kaçan Avusturyalı bir Yahudinin adını taşıyan biri kurumun başkanı olmasındaki ironiyi not edelim. Liberterlerin, devlet terörü mağdurlarıyla dayanışma yapıp, Mises’in ve onun gibilerin hayatları pahasına kaçmasına izin veren genişliği sürdürmek için bastırmasını önermek bana düşmez. Yahudileri barındırmak bile sizi “kendi kaderini tayin etmeyi” isteyen Almanlar tarafından rağbet görmeyen bir hale getiriyor.
O zaman da, şimdi de, göçmenlere karşı felaket tellallığı yapmak, Avrupa çapında yaygınlaşan aşırı sağcı partilerin kaçındığı ortak bir nokta. Bu insanlar, hareketlerinin kök saldığı ülkelerde baskıcı devlet iktidarının büyümesinden doğrudan sorumludur. Onlar aynı zamanda bu toplumlarda bir numaralı terörist tehdidi olup, caddelerdeki varlıkları göçmenlere, Roma’ya , cinsel azınlıklara ve diğer barışçıl kendi işini yapanlara karşı çeşitli şiddet eylemlerinden sorumludur . Yersiz korkulara karşı bu tür teşvikler yalnızca yurtiçinden çıkan tehditleri beslemeye yarar ve bu da herkesin güvenliğini tehlikeye atar.
Şu an, korkaklık ve yabancı düşmanlığına teslim olma zamanı değil. Güvenlik için merkezsizleştirilmiş bir pazar, terörle her çeşit mücadelede büyük adımlar atabilir, ancak bu pazarın ahlaki korkaklığa veya öngörüsü olmayan popülizme dayanmaması şartıyla. Özgürlükçü fikirlerin evrensel olarak uygulanabilirliği ve çekici olması amaçlanmaktadır. Bunun gibi politik olarak popüler olmayan durumlara uygulanışını reddetmek liberterizmin kendisini reddetmektir. Kötülüğe teslim olmayın, ona karşı daha cesur bir şekilde ilerleyin.