Okumak üzere olduğunuz makale, Shane Ross tarafından kaleme alınmış ’ye çevrilmiştir. 3 Mart 2022 tarihinde “Emma Goldman and Individualist Anarchism” başlığı altında yayınlanmıştır.
Emma Goldman, tarihsel bir görüngü olarak anarşizmle sıklıkla ilişkilendirilen bir isimdir. Onun devlet aleyhtarı aktivizmi, 20. yüzyılın başlarında feminizm ve özgür aşk hareketlerine verdiği radikal destek ve anarşi yolunda sürdürdüğü ışıltılı hayatı, bugün anarşist olmanın ne anlama geldiğini anlamamızda kendini göstermektedir.
Bu analizde Goldman’a girmeden önce, onun bir komünist olduğunu belirtmek gerekir ki bu da liberter camianın bazı kesimlerinde onun bir düşünür olarak değerine dair bazı soru işaretleri uyandırabilir. Yine de Goldman şiddetle toplum kontrolüne, devlete karşı ve bireycilik yanlısıydı. Ömrü boyunca arkadaşı olan Voltairine De Cleyre bu sitenin favori teorisyenlerinden biridir ve bunun iyi bir nedeni var. İkili ekonomi konusunda fikir ayrılıkları yaşasa da kamuoyu önünde birbirlerini defalarca savundular çünkü onlara göre her ikisinin de anarşist düşünceye katacağı çok şey vardı. Bugünün maksadı açısından, yaptığı analiz faydalıdır ve eğer herhangi bir “anarşist-komünist” toplumsal olmayan anarşistler tarafından saygı görmeyi hak ediyorsa, bu odur.
Fakat bunun dışında da Goldman’ın anarşist çevrelerde tartışmasız bir yeri olduğu söylenemez. Bugün felsefi kanonun büyük bir kısmı hem Nietzsche’yi hem de pek çok “egoist” düşünceyi en nihayetinde bir bakıma anti-anarşist olarak konumlandıracaktır. Goldman, (kendi döneminde de var olan ve açıkça saldırdığı) bu düşüncenin aksine, özellikle Stirner ve Nietzsche’den etkilenen egoizmi kendi anarşist komünizmine dahil etmiştir (Nietzsche bir egoist miydi? Belki).
Cory Massimino’nun bu sempozyuma yazdığı Önsöz’de, anarşizm ve egoizmin tarihsel olarak nasıl örtüştüğü ve potansiyel olarak nasıl etkileşime girebileceğine dair pek çok soru yöneltilmiştir. Bu sorulardan birkaçı, özellikle de praksis, empati ve etikle ilgili sorular, Goldman’ın ve Stirner ile Nietzsche’nin diğer devrimci okumalarıyla içgörülü bir şekilde yanıtlanabilir. Rai Ling, ele alınmasının önemli olduğunu düşündüğüm ilginç bir bakış açısını gündeme getiriyor. Sadece egoizm ve anarşizm arasındaki çelişkilerle ilgili sorular değil, daha da önemlisi, anarşistlerin tarihsel bireyci ve egoist filozoflardan ne şekilde yararlanabileceğine dair sorular var. Bu yazının amacı, en azından kısmen Emma Goldman’ın anarşizm ve bireycilik analizini kullanarak Stirner, Nietzsche ve Egoizm’in anarşizmle etkileşime girdiği yolların bazılarına parmak basmaktır.
Otoriter Nietzsche
Öncelikle, Nietzsche anarşist bir bakış açısıyla ele alındığında garip bir şahsiyettir. Tam anlamıyla bir “egoist” yahut “anarşist” değildir, lakin yine de fikirleri bizim için faydalıdır. Nietzsche’nin grup düşüncesi ve demokrasiye yönelik şiddetli eleştirileri, bireyci anarşistlerin yüzyıllardır savunduğu şeyleri yansıtmaktadır.
Goldman’ın Nietzsche okuyuşu bize onun bireyci anarşizminin ne hakkında olduğuna dair bazı önemli içgörüler sunar. Goldman’a göre übermensch fikri (Nietzsche’ye aşina olmayanlar için übermensch, onun “hınç” ya da “köle ahlakı” olarak gördüklerini aşkınlaştıran bir tür ideal varlık durumuydu) salt bir efendi fikri değil, otorite ya da olumsuzlama olmaksızın yetiştirilen tamamen yeni bir benlik kavramıydı. Nietzscheci bir anarşist için gücün uzantısı, insanları köle ya da efendiye tabi kılmayan, ilke olarak ve hınç duymadan özerkliği en üst düzeye çıkaran bir yaşamın yaratılmasıdır (burada Deleuze’ün Nietzsche’sinden de biraz yararlanıyorum).
“Okurlar arasında yaygın olan en cesaret kırıcı temayül, bir eserden koparılan bir cümlenin yazarın fikirlerinin veya kişiliğinin bir ölçütü olarak göstermektir. Örneğin Friedrich Nietzsche, Ubermensch’e inandığı için zayıflardan nefret eden biri olarak karalanır. Bu üstün insan vizyonunun aynı zamanda zayıflar ve köleler yetiştirmeyecek bir toplum düzeni çağrısında bulunduğu, o dev zihnin sığ yorumcularının aklına gelmiyor.” (Goldman, Anarchism and Other Essays)
Goldman ayrıca Nietzscheci bireyciliğini bir kavram olarak ahlaka da tatbik eder ki bu modern anarşistlerin akıllarında tutmaları gereken oldukça önemli bir husustur. Goldman’ın özgür aşk ve feminizm fikirleri o zamanlar bugün olduğundan çok daha devrimciydi, ancak Bakunin ve ondan önceki anarşistleri de tekrarlayarak toplumsal ahlakın her yönünü sorguladı ve Nietzsche’nin de eleştirdiği bu sistemlerin “zayıflar ve kölelerden oluşan bir ırk” yetiştiren tahakküm sistemlerini nasıl desteklediğini tartıştı. Örneğin “ataerkillik” gibi hem “efendiyi” (diyelim ki erkekleri) hem de “köleyi” (diyelim ki kadınları) ressentiment’ın sınırlarına hapseden ve anarşist bir amaç olan failliğin maksimizasyonunu engelleyen bir kavramı sürdüren şey, efendi-köle ilişkisinde mevcut olan ressentiment’tır. Nietzscheci bir mercek, güç ilişkilerine ve bunların ötesine nasıl geçilebileceğine dair tamamen yeni bir eleştiri sunar.
Esasen, anarşist bir Nietzsche perspektifi, güç sistemlerinin hükmedenleri ve hükmedilecekleri üretmeye devam ettiğini ortaya koyacaktır. Bu güç ilişkileri kendi varlıklarını beslemeye devam eder ve bir kavram olarak özgürlük bizi kimliği tahakküm politikalarının ötesinde bir kapsamda görmeye itmektedir.
Nietzsche aynı zamanda “güç istenci” kavramıyla da ünlüdür ve bu kavram birçok anarşist için tehlike çanlarının çalmasına yol açabilir. Nietzsche’nin bu temel unsuru da dahil olmak üzere devrimci okumaları hiç olmamış gibi muamele yapmak cahilliktir. Nietzsche’nin “güç” kavramını tahakküm olarak yorumlamak, hem Goldman hem de Deleuze’ün işaret edeceği gibi (ki bence anarşistler için Nietzsche’yi çevreleyen en faydalı perspektiflerdir) başlangıçta sığdır. İktidar sosyal bir statü sembolü olmaktan ziyade temelde ontolojik bir gerçekliktir; bu anlamda (çok fazla jargona girmeden) Nietzsche varoluşu bir dürtüler akışı ve iktidarı da söz konusu dürtülerin hakimiyeti olarak görür. Nihai basitleştirmede “güç istenci”, failliğin değil, varlığın istenci, gerçekliğin tahakkümü olarak açıklanabilir. Eğer bir şey varsa, güç istenci failliğin bir ifadesi, bir dalıdır. Kişinin güç istenci basitçe kişinin varoluşudur ve güç istencinin toplumsal olması anlamında, büyük ölçüde arzu güdülerinde ifade edilir ve anarşinin diğer tüm “sistemlerden” daha fazla yerine getirebileceği arzulardır.
Goldman’a göre Nietzsche’nin burada bize sağladığı fayda, analizinin hiyerarşi ve olumsuzlamadan uzak, yepyeni bir kimlik ve ilişki kavramsallaştırmasına işaret etmesidir. Onun ontolojisindeki nihai olumluluk ve olumlamanın varlığı, ona dair sahip olduğumuz tüm siyasi uygulamalarda yankılanır ve bence yalnızca bir erdem olarak eylemliliğin anarşist hedefine yardımcı olmaya hizmet eder. Ubermensch fikri, örneğin ekonomiye uygulandığında, açıkça mutualist bir mercekle düşünüldüğünde kapitalizmden ayrı bir piyasa aktörünü kavramsallaştırmamıza yardımcı olabilir. Goldman ve Deleuze, Nietzsche’nin güçlü analizini devrimci bireyci bir amaca bağlamak için çalıştılar ve bize de bunu uygulamak düşüyor.
Narsist Stirner
Nietzscheci analiz, modern bir anarşist için faydalı bir araç olarak, özellikle Goldman tarafından ortaya konan bakış açısıyla kısaca gözden geçirilmiştir. Anarşist çevrelerde daha da popüler olan, hatta kendi mutualist anarşizm okulumuzdaki tarihsel figürlere (örneğin Tucker ve Lum) önemli bir ilham kaynağı olan Stirner ve onun Egoizm’idir. Piyasa anarşizmi ve egoizm (ve postmodernizm) arasında keşfedilecek çok şey var, ancak kısa olması açısından modern egoist anarşizmdeki birkaç anahtar konseptin ve bunların mutualist bir bakış açısı için nasıl faydalı olabileceğine inandığımın üzerinde duracağım.
Goldman’ın Stirner’ine dönecek olursak, Goldman onu yayınlanmış en ünlü eserinin başında demokrasinin anarşist bir eleştirisini formüle etmek için kullanır. Bu eleştiri, yani çoğunluğun birey üzerinde hiçbir hakka sahip olmadığı ve eylemliliğin demokrasinin ruhuna aykırı olduğu eleştirisi, Egoizm adlı eserinden gelmektedir ve günümüzde anarşist çözümleme için kesinlikle kullanışlıdır. Goldman kitleyi kötülük için bir güç olarak görür, açıkça düşüncesiz ve eleştirel değildir ve bunun yerine kendi korunmasıyla ve dolayısıyla gereksiz sosyal tahakkümün devamıyla motive olur. Örneğin, açık kişisel itirazına rağmen Amerika’da ırkçılığın devam etmesini ve bireyin mutlak failliğinin her türlü ırkçı tahakkümün üstünde olduğuna inanmasını örnek gösterir. Bence bu, anarşistlerin tarihsel olarak etik analizlerimizi toplumsal hareketler ve toplumsal zulümle nasıl harmanladıkları ve harmanlamaya devam etmeleri gerektiği konusunda modern anarşistler için oldukça önemli bir içgörüdür.
Grup düşüncesine yönelik bu eleştiri sadece komünistlere özgü değildir. Ekonomiye uygulandığında, anti-kapitalizmin daha “solunda” (açık olmak gerekirse Goldman’ın kendisi tarafından değil) ortaya atılan bazı “demokratik planlama” eleştirilerini de formüle edebiliriz. Özgürlüğün en güçlü haliyle grup demokrasisi yoluyla değil, dış kontrole karşı radikal bir eylemlilik gösterisiyle ifade edildiği fikri, bazı Marksist eşitlik ve özgürlük anlayışları ile bir anarşist için faydalı olanlar arasındaki temel farkı ortaya koymaya yardımcı olur.
Modern Egoistler aynı zamanda bir kavram olarak “egoistlerin birliği “ne işaret etmekten hoşlanırlar, esasen ilişkiler tamamen gönüllü eylem ve bireylerin eliyle katılım üzerine kuruludur. Bu, Goldman’dan Tucker’a ve Rand’a kadar her kesimden özgürlükçü bireycinin hemfikir olabileceği bir konudur; tabiri caizse “egoistlerin birliği “nin gücü. Ancak bu kavram, tüm potansiyeliyle hayata geçirildiğinde, devlet liberteryenizmindeki bazı kusurları haklı olarak eleştirir; buna bir sözleşme aracısı olarak devlet de dahildir.
Ekonomik olarak, egoistlerin birliği belki de esasen devlet zoruyla yapılan sözleşmeden ziyade güvene dayalı işlemler olarak düşünülebilir ki bu da mutualist analiz için bir kez daha faydalıdır (kavramın kendisi geri çekilme özgürlüğünü ve zorlayıcı gözetimin mutlak eksikliğini çok önemli olarak göreceğinden). Hala yeterince üretebilen ve sağlayabilen “egoistlerin birlikleri” ile yönetilen bir ekonomi, esasen otoriter müdahale olmaksızın tamamen gönüllü ticaretle yönetilecektir (…mutualizm?) Bir “egoist birliği”, zorlama olmaksızın, tamamen yerine getirilmiş arzu ve gönüllü sözleşmeyle işler ki bu, birkaç on yıldır liberteryenizmin piyasa anarşisti mezheplerinin belirtilen ekonomik hedefi olmuştur.
Goldman’ın bireyci analizi, kendi anarşizmiyle düzgün bir şekilde bağlantılıdır ve bunu bir kez daha yelpazenin her yerindeki anarşistler için keşfedilmesi gereken iyi bir şey olarak görüyorum.
“Anarşizm insanı düşünmeye, araştırmaya, her önermeyi analiz etmeye çağırır; ancak ortalama bir okuyucunun beyin kapasitesini çok fazla zorlamamak için, ben de bir tanımla başlayacağım ve daha sonra ikincisini detaylandıracağım.
ANARŞİZM: İnsan yapımı yasalarla sınırlandırılmamış özgürlüğe dayalı yeni bir sosyal düzen felsefesi; tüm hükümet biçimlerinin şiddete dayandığı ve bu nedenle yanlış ve zararlı olduğu kadar gereksiz olduğu teorisi.
Yeni toplumsal düzen elbette yaşamın materyalist temeline dayanmaktadır; ancak tüm Anarşistler günümüzdeki temel kötülüğün ekonomik bir kötülük olduğu konusunda hemfikir olsalar da bu kötülüğün çözümünün ancak yaşamın her aşamasının – bireysel olduğu kadar kolektif, içsel olduğu kadar dışsal aşamaların da – dikkate alınmasıyla sağlanabileceğini savunmaktadırlar.”
Tüm tahakküm ve hiyerarşik şiddeti eleştiren bir etik çerçeve olarak anarşizm fikri, yalnızca “egoistlerin birlikleri” üzerine kurulu gönüllü bir toplum fikriyle güzel bir şekilde eşleşmekle kalmaz, aynı zamanda anarşistlerin tek istediğinin kaos ve yıkım olduğu fikrini doğrudan çürütmeye yardımcı olur. Gerçekte, kariyerinin büyük bir kısmını bireyci anarşizminin, olsa olsa, en çok sevgiye adanmış olduğunu kanıtlamakla geçirdi.
Goldman aynı zamanda kendisini ahlaka karşı sadık biri olarak görüyordu ki bu özellikle sağ liberteryenler için bir tür kırmızı bayrak gibi görünebilir. Ne de olsa anarşizm ahlaki bir duruş, değil mi? Goldman’ın ahlak konusundaki duruşu klişeleşmiş sahte egoist “ne istersen yap” değildir (ya da belki de en iyimser biçimiyle öyledir). Daha ziyade, eleştirisi hem Nietzsche hem de Stirner okumalarına ve her ikisinin de kendi yöntemleriyle ahlakın arzu ve özerkliği bastırma, ahlaksızlaştırma, açlıktan ölenleri değil de açlıktan ölenleri cezalandırma ve özgür ifadeyi cezalandırmak için toplumsal tahakküm kavramını yüceltme eğilimine nasıl saldırdıklarına dayanmaktadır. Ahlak eleştirisi, ahlakı özerkliği kısıtlayan ve toplumsal bir organ tarafından dayatılan bir dizi yasa olarak görmesi anlamında yatarken, temelde pozitif olan özgürlük etiği kendisini mutlak olarak bireycilik ve özgürlük lehine konumlandırır. Ahlak karşıtı anarşizm alanının tamamını tartışırken düşünürlerin ahlak kavramını nasıl kullandıkları ve uyguladıkları konusunda dikkatli olmalıyız.
Rai ling’in bahsettiği gibi ahlaka yönelik egoist eleştiriler (Goldman’ın sosyal dogma ve grup düşüncesine yönelik eleştirilerinin ötesinde) en azından kısmen pek çok ahlaki iddiayı çevreleyen kimliğin katılığı ile ilgilenme eğilimindedir ki bu da sıklıkla sağ-özgürlükçü mülkiyet ve benzeri anlayışlara uygulanır. Dyer Lum kendi eleştirisini kapitalist doğal haklar fikirlerine, özellikle de doğal olarak ortaya çıkan durumlarda mevcut olan akışkanlıkla nasıl başa çıkmayı reddettiklerine uygular ve bu noktada egoistleri (Goldman dahil) yankılayarak sona erer. Yine de bu eleştiriler belirli doğal hak anlayışlarının ötesine uzanmaktadır.
Mülkiyet, mutualistler ve bazı egoistler için, bireysel kimlik ve eylemliliğin maksimizasyonu olarak çok daha önemlidir. Mutualistler Goldman, Stirner ve Nietzsche’nin radikal bireyciliğini kullanarak hem solu hem de sağı bireysel olarak “grup düşüncesine” ve devletçiliğe geri döndükleri için eleştirebilirler. Aslında birçok egoist, “NAP” ya da Locke’cu mülkiyet hakları gibi kavramları bile toplumun elindeki dışsal güç uygulamaları olarak görmeleri bakımından kendilerini kapitalist-bireycilerden belirgin bir şekilde farklı konumlandırır ki bu da mutualistlerin mülkiyet sistemlerine yönelik eleştirilerini kısmen açıklar. Hem mutualistler hem de egoistler, mülkiyeti akış halinde ve tekeli de bir güç kullanımı olarak değerlendirecektir.
Emma Goldman elbette bir komünistti, ancak toplum diktatörlüğü istediği anlamında bir Marksist değil, özel mülkiyeti destekleyen güçlerin mutlak bir şekilde ortadan kaldırılmasını istediği anlamında bir komünistti. Burada mutualistler, eski dostu De Cleyre’in yanında yer alarak, mülkiyetin ve bireysel mülkiyetin doğrudan güç gerektirmesine rağmen, insanların kendi özerkliklerini kullanarak savunmalarının da bir tür mülkiyet ve dolayısıyla özgürleştirici bir mülkiyet olarak anlaşılabileceği konusunda ısrar edeceklerdir.
Ancak bu, onun eleştirisinin pek çok açıdan gerçek ve geçerli olmadığı anlamına gelmez. Kapitalist mülkiyet kimliğinin katılığı, Locke’cu mülkiyet teorisinin görünüşteki esnek olmayışı, tekelleşmeye ve alt sınıfın devam eden talihsizliğine yönelik yaygın sağ kanat desteği, devlet kaynaklı engellere rağmen karşılıklı yardımlaşma için mücadele eden bir hareket olarak anarşi – tüm bunlar, bir kavram olarak mülkiyetin nasıl otoriterliğe yol açabileceğine ve mülkiyetin (özellikle devlet tarafından sürdürülen ve desteklenen modern kapitalist mülkiyetin) ıslahının anarşist devrim için nasıl bir güç olabileceğine dair önemli dersler sunmaktadır. Bu nedenle De Cleyre hem Goldman’ı hem de Kamulaştırma’yı anarşist bir ilke olarak savunduğu bir makale yayınladı ve bazı piyasacı meslektaşlarının aksine mevcut mülkiyet normlarının saygımızı hak etmediği konusunda ısrar etti. Ve hala da hak etmiyorlar.
Emma Goldman’ın mirası haklı olarak güçlüdür. Onun Kropotkin ve Stirner sentezi oldukça yaratıcıydı. Nietzsche okuması devrimciydi. Goldman anarşist harekete ihtiyacı olan bir şeyi verdi: anarşist olmayan, bireyci felsefenin kapsamlı bir tanıtımı ve ardından sentezden liberter bir etiğin inşası. Anarşizmini Stirner ve Nietzsche’den aldıklarıyla birlikte demokrasiyi, iktidarı, sol hükümetçiliği, çoğunlukçuluğu eleştirmek için kullandı ve bu süreçte anarşist hareketi öne çıkaran pek çok şeyin vurgulanmasına yardımcı oldu. C4SS için yazdığım ilk yazıda ifade ettiğim gibi, “Direnişimiz özgür, dinamik ve bireysel hayal gücü etrafında dönmelidir.” Goldman’ın bireyci analizi ve topluma, demokrasiye, solculuğa vs. yönelik eleştirisi ile ulaşmaya çalıştığı şey buydu. Kaba çoğunlukçuluktan çok ama çok daha derine inen bir anarşist etik.
Günün sonunda, benim anarşizmim radikal bir şekilde bireyci, öznelci ve akışkan bir anarşizmdir. Lum, Nietzsche, Stirner ve Goldman, bu insanları neyin anarşist yapıp yapmadığına dair tartışmalar ne olursa olsun, kendi otorite ve anarşist direniş algılarımıza yardımcı olabilecek keşfedilmeye değer analizlere sahiptir. En azından bir anlamda piyasa anarşizmi de dahil olmak üzere “bireycilik” ile uğraştığını iddia eden bir anarşizm için, yakın tarihin en azgın bireyci felsefi projelerinden birini daha fazla araştırmaya değer. Bu, piyasa anarşizmi ile milyonlarca farklı bireyci, egoist ve anarşist yorum arasındaki kesişmenin sonu değil, daha ziyade bir sıçrama noktasıdır. Bence ileriye dönük olarak şu temel soru sorulabilir: Egoizm kendi analizimizi nasıl etkileyebilir? Bizi ne şekilde düşünmeye, sorgulamaya ve misilleme yapmaya iter?